VASİYET
Geçenlerde vasiyet ile ilgili çok güzel bir yazı okudum, gazetelerden birinde…
Uzun uzun düşündürdü beni… Ben vasiyetimi yazsaydım neler yazardım diye…
Neler yazardım acaba ? Günlerdir düşünüyorum. Kimlere neleri bırakırdım? Mirasımı nasıl paylaştırırdım? Eh canım, bizim de var bırakacak maddi bir şeylerimiz.
Bu kadar sığ düşünemeyeceğimi biliyorsunuz. Ben dünya değiştirdikten sonra malın mülkün ne önemi var. Sahipleri zaten gerekli paylaşımı yapacaklardır.
İnsan neleri miras bırakmalı? Uzun uzun düşünüyorum dedim ya. Günlerdir uykum kaçıyor. Beynimde tam bir fırtına var, nasıl olmalı benim vasiyetim diye… Fırtınayı dindirmem lazım, yazarak tabii.
Ya, aslında çok ciddi bir meseleden bahsediyorum. Ölüm…
Vasiyeti düşünürken ilk önce ölüm aklıma geldi. Hani her gün düşünmediğimiz, sıkça aklımıza gelmeyen bir durum.
Vallahi ne diyeyim, ödüm patladı. İlk kez ciddi olarak ölümü düşündüm, herhalde.
Cüneyd Suavi’nin dediği gibi: “Her insan ölecek yaştadır.”
Evet beyler bayanlar, bence de her insan ölecek yaştadır. Yoksa sizin iki gözüm ile gizli bir anlaşmanız mı var?
Sevgili Mevlana gibi Şeb-i Arus diyemiyorum. O Farsça söylemiş, ben Türkçe Düğün Gecem bile diyemem.
Bize öğretilenler bir anda unutuluyor ve insan derin bir korku yaşıyor. Neden?
Oysa ölüm bir damla suyun okyanusla buluşması değil mi?
Ölüm, parçanın bütüne katılması değil mi?
Evet öyle ama, ama… Ya, hayatı çok mu sevdik nedir, korkuyorum. Hatta tir tir titriyorum desem daha doğru olur.
Bu geçen birkaç gün içinde korkumun sebebini de çok düşündüm. Evet bir damla su, okyanusa karışacak ama o bir damla su bakalım nasıl. Bulanmış mı, mikroplu mu, virüslü mü hatta su diye bir şey kalmış mı?
Emin olduğum tek şey okyanusun bizi seve seve kabul edeceği.
Ölümü fazla irdeleyerek canınızı daha fazla sıkmak istemiyorum. Ölmek üzereyim ve bir vasiyet yazıyorum, kısacası konumuz bu. Hemen vasiyete geçelim.
Önce en yakınımdakilere bir şeyler bırakmalıyım. Sırasıyla eşime, kızıma, anneme, babama, ağabeyime ve daha sonra kimler aklıma gelirse…
Sevgili Eşim:
Başlık biraz samimi, biraz resmi. Hem sevgili diyorum, hem de eşim. Aslında başka kadınlar gibi aşkım demek isterdim. Ama bilirsin, ne yapayım ben böyleyim.
Uzun bir hayat yaşadık seninle, acısıyla, tatlısıyla…
Bazı günler rüzgar gibi geçti, bazen sabah ne zaman olacak diye düşündüm.
Güzel günlerimiz, kötü günlerimizden çoktu. Bilmiyorum sen de benimle aynı fikirde misin? Ben böyle düşündüm hep.
Ben seni üzdüm, sen beni biraz daha fazla.
Ama bil ki hep samimiydim. Yalan, dolan, riya asla yoktu bende. Beni tanırsın dost isem dostumdur, sahte gülücükler yoktur hayatımda.
Beni hatırlamanı isterim. Arasıra da olsa.
Biliyorum hayat seni yeni sevdalara sürükleyecek, öyle de olmalı ama benim en çok sevdiğim şarkıyı sakın unutma.
Hani var ya : “Beni unutma, unutma, beni unutma, bilirsin unutulmak dokunur ya her insana. Sen de kendi payından bir hatıra seç ve o ben olayım unutma, beni unutma…. “
Bu şarkı beni hep ağlattı. Unutulmak bilirsin dokunur bana.
Beni unuttuğunu anladığında eskiden beraber gittiğimiz yerlere git. Mesela Akçay’a.
Ne güzel günler geçirmiştik orada.
Beni unuttuğunu anladığında aç Mesnevi’yi. Satırların arasında beni sema ediyor bulacaksın.
Beni unuttuğunu anladığında hadi bir Sezen Aksu şarkısı dinle. Şarkıların arasında benim fısıltılarımı da duyacaksın.
Beni unuttuğunda git pazardan bir atom marul al. O marulun yaprakları arasından sana güldüğümü göreceksin.
Beni unuttuğunda bir sigara yak. Dumanında ben olacağım.
Kısacası sevgili eşim, beni unutma, unutma, unutma…
Mezarımdan en son sen ayrıl. Herkes gittikten sonra birkaç dakika daha kal. Yüreğim sana aitti, onu azat et.
Sevgili kızım:
Can dostum, en yakın arkadaşım. Seni hissettiğimde 5 günlüktün. Evde test yapıp senin varlığını öğrenmiştim. Ne kadar sevindiğimi tahmin dahi edemezsin.
9 güzel ay geçirdik seninle, iç içe… Beni hiç zorlamadın. Kolay bir hamilelikti ama zor bir doğum. Aslında sen dünyaya gelmek istiyordun ama ben korkaktım.
Seni 13 Şubat 1987 Cuma günü sabah saat 5.00’te ilk defa gördüm. İnsan sevinçten ağlar ya, ben de dakikalarca ağladım. Çok güzeldin.
Senin gibi bir hediye için her zaman Allah’a şükrettim.
Öyle, böyle geçti günler ve sen büyüdün. Daha küçük yaşlardan itibaren anladım ki çok iyi arkadaş olacağız. Olduk da değil mi?
Seni hayatımın her saniyesinde sevdim. Bir saniye için bile senden vazgeçmedim. Bu sevgide senin de çok büyük payın var. Beni ciddi anlamda bir kez bile üzmedin. Sana sonsuz teşekkürler.
Anneliğin en güzel taraflarını bana tattırdığın için binlerce kez teşekkürler…
Biliyorsun sana her zaman doğru ve dürüst bir insan olmanı telkin ettim. Oldun da… Ama ben yokum diye lütfen yeni arkadaşlarının, yeni yollarına kapılma.
Önce bir düşün, annem ne derdi diye. Ona göre karar ver. Bil ki bana ters gelecek bir durum, inan yanlıştır.
Hayatım boyunca hainlik yapmadım, yalan söylememek için azami gayret gösterdim, iki yüzlü olmadım, kendi menfaatlerim için kimseyi ezmedim, helal kazanmak için uğraştım, hep verici oldum, hep fedakarlık yapan ben oldum, hep bu dünya fani dedim…
Lütfen bunları unutma…
Eş seçerken çok dikkatli ol. Senin kıymetini bilecek, kendisinden önce seni düşünecek vicdan sahibi birisi ile evlen. Seni ve değerlerini algılayabilsin. Mümkünse seninle aynı değerlere sahip olsun.
Evlenmek için acele etme. Çünkü evlilik ömür boyu sürmeli.
Çocuklarınla ben ile sen gibi ol.
Ve asla seni ne kadar çok sevdiğimi unutma…
Beni çok özlediğinde lütfen ağlama. Çünkü sen ağladığında ben çok üzülürdüm. Yine üzüleceğimden emin ol.
Hep seninle olacağım, bir yerlerden sana bakacağım ve gülümsemeni görmek beni rahatlatacak.
Yokluğuma alışman zor olacak biliyorum. Ama alış…
Hem biliyorsun ki bir gün mutlaka buluşacağız… Seni bekliyor olacağım…
Beni çok özlersen, çiçeklere bak… Güllere, nergislere, papatyalara…
Beni çok özlersen kuşlara bak… Güvercinlere, kırlangıçlara, martılara…
Beni çok özlersen… Benim de seni özlediğimi anla…
Seni hep sevdim… Bu güzel sevgi için sana nasıl teşekkür edebileceğimi bilemiyorum… Kelimeler kifayetsiz kalıyor… Anlatamıyorum Türkçe ile… Bir gün buluşacağız ve inşaallah oranın lisanı ile sevgimi daha kolay anlatabilirim…
Sevgili Annem:
Seni çok sevdiğimi belki ifadede zorlandım. Ama biliyorsun ki seni çok severdim.
Çok kıskanırdım seni, özellikle o masmavi gözlerini. Ne güzel gözlerin vardı senin.
O güzel mavilerden benim için yaş akıtma. Çok ağladın biliyorum, artık lütfen ağlama. Beni hatırladığında benim için dua et. Senin dualarına güvenirim, bilirsin.
Buluşacağız, günün birinde, kollarımı açmış seni bekliyor olacağım.
Sevgili Babam:
Hep seni çok sevmemden, seni çok kayırmamdan bahsettiler. Doğrudur, aynen öyle… Sana ne kadar kızsam da sonunda: Hayır, öyle değil, dedim.
Pişman değilim, ne yapayım seni hep sevdim. Öbür tarafta başarılı olursam, sen geldiğinde bir torpil düşünürüz, değil mi?
Aklına geldiğimde, Allah’ın isimleri ile bana dua et ve affedilmemi dile… Tanrı seni duyuyor, biliyorum.
Sevgili İbrahim Ağabeyim:
Sana sıra gelince yazıya ara vermiştim. Genellikle bir yazı yazarken sonunu mutlaka getiririm, yoksa uyuyamam. Sana sıra geldiğinde ne yazacağıma tam karar vermediğim için bir gün ara ver, dedim kendi kendime.
Dün akşam uyuyamadım, saat sabahın 4.00’düydü ve ben ayaktaydım. Televizyonu açtım, kanallarda geziniyorum. TRT 2’de muazzam bir belgesel var: Kuşlar
Sana guguk kuşu ile çalı kuşunun hikayesini anlatmak istiyorum.
Çalı kuşu dalların arasında kendine bir yuva yaptı. Yuvada üç yumurta var. Yuvasını tamamlamak için çalı bulmaya gitti. Bu boşluktan faydalanan bir guguk kuşu geldi ve önce yumurtalardan birini yuttu. Ardından ikinci yumurtayı ağzına aldı ve kendi yumurtalarını yuvaya bıraktı.
İşin ilginci guguk kuşunun yumurtalarının çalı kuşunun yumurtaları ile aynı boyutlarda ve aynı renkte olması.
Çalı kuşu yuvasına dönünce hiçbir şey anlamadı. Kuluçkaya yattı.
Guguk kuşu yumurtaları çalı kuşu yumurtalarından daha önce yumurtadan çıkarlarmış. İlk yumurtadan çıkan guguk kuşu diğer iki yumurtayı yuvadan aşağıya attı. Çalı kuşu perişan durumda.
Yavruya bakıyor, kendi yavrusu değil ama aynı kendi yavrusu gibi ses çıkarıyor. Mecburen onu besledi.
Bir süre sonra guguk kuşu yavrusu o kadar büyüdü ki tek başına bile yuvaya sığamaz hale geldi. Zavallı çalı kuşu ona yiyecek bulmak için çırpınıyordu. Bir şeylerin farkındaydı ama namussuz guguk kuşu yavrusu aynı çalı kuşu sesini çıkarmaya devam ediyordu.
Bir süre sonra guguk kuşu tek başına yiyecek bulacak hale gelince yuvayı terk etti. Bu sürekli yaşanan bir süreç…
Senin çok adil bir kişi olduğunu biliyorum. Lütfen çalı kuşunun yumurtalarını guguk kuşu yavrusu yuvadan atmasın…
Unutma ki guguk kuşunun yavrusu biraz büyüyünce çalı kuşunun yuvasını terk edecektir ve emek sadece hak edenlere harcanırsa güzeldir.
Sevgili dostuma,
Vasiyetin herhalde en ilginç kısmı bu diyecekler, biliyorum.
Seni merak edecekler. Kim bu? Kim?
Herkes kendi üstüne alınacak.
-Bu benim, diyecek.
Haklılar da.
Kendi aralarında tartışacaklar. Gizli bir dost mu bu, aşikar da biz mi göremedik, diyecekler.
Bil ki seni çok sevdim. Bir çiçeğin suya olan sevgisi gibi… Bir dostun merhabası gibi…
Bir aşığın mektubu gibi… Bir gülün kokusu gibi…
En ücra, en gizli yerlerimde sakladım seni. Yüzümün en gizli yerlerindeydi gözlerin. Ve her dua edişte ellerimi yüzüme sürerek senin gözlerini okşadım.
Kimse farkında değildi.
Aşk değildi bu, sevda hiç değil.
Dostluktu, paylaşımdı, samimi arkadaşlıktı.
Çiçeğin su ve güneşle buluşmasıydı.
Pamuğun ateşe hasretiydi.
Yağmurun kurumuş toprağa serpiştirilmesiydi.
En zor anlarımda sana sarıldım, hep beraberdik.
Seninle gülüyordum, senin için gülümsüyordum.
Dört bir yanımdaydın, hep benimleydin.
Sen farkında değildin ama ben senin dostluğun sayesinde büyük engelleri kolaylıkla aşabildim. Büyük fırtınaları atlatabildim.
Sana ağladım, seninle ağladım. Farkında değildin ama iyi ki vardın.
Gizli dost, iyi arkadaş her şey için teşekkürler.
Seni konuşacaklar, biliyorum. Herkes ben biliyordum, diyecek. Anlamıştım.
Kimse anlayamazdı. Mümkün değildi.
Kim bu, diyecekler. Bayan mı, erkek mi? Kim?
Yakışıklı mı, çirkin mi?
Nerede oturur, eğitimi nedir?
Dedim ya tartışacaklar seni.
Araştıracaklar. Soruşturacaklar. Belki de kızacaklar bana.
Ne de ketummuş diyecekler.
Halbuki bir tek ben biliyorum, sen bu satırları hiç okuyamayacaksın. Belki öldüğümü bile öğrenemeyeceksin.
Merak bile etmedin belki de hiç beni…
Adımı bile öğrenemedin belki de…
Sen vardın benim hayatımda ama ben yoktum senin hayatında.
Aslında sen yoktun… Belki ben de hiç olmadım… Ama ben hep seninleydim…
Seni bekliyor olacağım, belirsiz bir ummanda…
Zaman Okyanusu, 2004