REAYA
Bir hükümdarın idaresi altında vergi veren halk için kullanılan bir deyimdir.
Genellikle yetiştirdiği ve ürettiği mallardan vergi ödeyen köylüler için kullanılır. Böylece, toplum tabakalarından köle ve esirlerin üstünde, şehirli esnaf ve tüccarların altındaki, tarımla uğraşan halk topluluğu demektir. Osmanlı Devleti’nde ise bu deyim zamanla özelleşerek Müslüman olmayan tebaaya tahsis edilmiştir. Reaya hukukunun düzenlenmesi Hz. Peygamber’in ehl-i zimmete verdiği ahidnamelerle başlar. Fetih yıllarında İslam ordularının kumandanları ile dört halife, Hz. Peygamber’in yolunda giderek yeni açılan ülkeler halkına ahidnameler vermişlerdir. Bu ahidnamelerde, zimmeti kabul eden şehir ve köy halkının, nüfuslarına ve gelirlerine göre tayin edilen vergi karşılığında korunmaları sağlanırdı.
Raiyyet olan halka sözünden dönmedikçe şiddet gösterilemez, onların İslam olmaları için baskıda bulunulamazdı. Reaya hukukunu yeniden düzenleyen Melikşah’ın veziri Nizamülmülk olmuştur. Siyasetname’de tespit ettiğine göre Reaya, "mal-i hakk" adıyla muayyen bir vergi vermek mecburiyetinde bulunuyordu. İkta sahibi bu vergi dışında halktan bir şey alamazdı. Reayanın vergi memurlarından ve ikta sahiplerinden şikayete hakkı vardı. Zulmedenlerin elinden toprakları alınabiliyordu. Moğol istilasından sonra, Selçukluların geliştirdiği Reaya hukuku altüst olunca, İlhanlı hükümdarı Gazan Mahmud Han yeniden bir düzenleme yaptı. Moğol istilası sonunda, gerek İran, Azerbaycan ve Irak’ta; gerek Anadolu’da Reayanın nasıl zor bir duruma düştüğünü Aksarayi’den okumak mümkündür. İşte Gazan Han, giriştiği bu ıslahat ile, çok zor durumda kalan Ön-Asya halkına yeni imkanlar getirmiştir. Bu ıslahatta köylerdeki bağ ve bahçelerin ekimi, köylerin bakımı, gelen vergi muhassıllarına karşı köylüyü temsil etmek üzere "reis" unvanını taşıyan bir memuriyet ihdas edilmiş. Reayanın korunması görevi Emir-i Arız’a yüklenmiş, tahmin olunan vergilerin iltizama verilmesi usulü kaldırılmış, tarım işlerinde çatışma gücü kalmayan Reayadan vergi alınması yasaklanmıştır. Bu tedbirler bilhassa Maveraünnehr ve Irak’ta büyük gelişmeler ve Moğol istilasından önceki derecede olmasa bile, yeniden bir ilerleme faaliyetinin başlamasına imkan hazırlamıştı. Osmanlı Devletinde Reaya hukuku, bu devletin geçirdiği siyasi ve idari değişikliklere göre şekillenmiştir.
Sultan Kanuni Süleyman döneminden Sultan I. Ahmed’e kadar geliştirilen bu tekalif-i örfiyye daha sonra yeniden eklenen vergilerle genişletilmiştir. Osmanlı Devleti’nde Reayanın hukuku "toprak kadıları" unvanını taşıyan gezici kadılar tarafından savunulur, korunur ve teftiş edilirdi. Bunların görevi Reayanın yani, köylü tabaka ile has, zeamet, tımar ve ehl-i cihet olarak evkafa mutasarrıf olan askeri ve ilmiyye sınıfları arasında çıkan anlaşmazlıkları çözmekti. Reayanın şahsi hukuk ile ilgisi miras vb. davalarını da bu kadılar görürlerdi.
1839’da ve 1856’dan yani, Tanzimat ve Islahat fermanlarından sonra Reayadan alınan tekalif-i örfiyye Müslüman-Hıristiyan ayırımı yapılmadan bütün tebaaya tarh edilen öteki vergilerle değiştirilirken, cizye ve haraç da bedel-i askeriye olarak değiştirilmiştir.
1908 Meşrutiyet’inde, Hıristiyan tebaanın da askere alınması kararlaştırılınca, Reayaya has hukuk tamamen ortadan kalkmış oldu. Bu arada bilhassa 1789 yıllarından yani, Fransız İhtilali’nden itibaren modern akımlara ayak uyduran bir kısım Yahudi, Rum, Eflak ve Boğdanlı, Romen yabancı ve imtiyazlı devletlerin tebaalıklarına geçerek, Osmanlı Reaya hukukunun çeşitli hükümlerinden kapitülasyonlar vasıtasıyla kurtulmayı da denemişlerdir. Osmanlı hükumetleri zaman zaman çıkardıkları fermanlarla ve yabancı devlet elçiliklerini protesto etmek suretiyle, bu kaçışları engellemeye çalışmıştır.
1924 Lozan Konferansı kararlarıyla, Reaya ile Türk halkı arasındaki bütün farklar kökünden kaldırılmış, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları her hususta eşit hale getirilmiş oldu.