MİMAR SİNAN ( 1490-1588 )
Çağımızın ünlü mimarı Wright, "Hiç kimse, yıldızlı gökyüzünü, birkaç direğin üstüne oturtmasını, Sinan kadar becerememiştir" diyor. Eğer bugün dünyada estetik kubbe sanatı ve bir hesap-kitap mucizesi, varsa bunu, Türklerin büyük mimarı Sinan’a borçludur. Estetik kubbe, ne Arap’tır ne de Bizans… Türk’tür. Kubbe bugün de, dokunulmaz ölçülerine Sinan’ın hendese kafasında ve hesabında ulaşmıştır. Günümüzün modern mimarisi, Sinan’ın attığı temeller üstünde yükseliyor.
Sinan’ın Osmanlı sınırlarından taşarak bir dünya mimarı olmasının sırrı, BAKMASINI ve GÖRMESİNİ bilmesindedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun fışkırma ve yayılma devri olan 16. yüzyılda Türk orduları nereye gitti ise, oralara giden ve gittiği yerlerdeki sanat eserlerini kafası ve ruhu ile inceleyen Mimar Sinan, baktığı eserlerde aradıklarını görmesini bilmiş ve sonra, bütün bunlarla beraber ve bunların dışında yepyeni bir mimari ortaya koymuştur.
1490’da Kayseri’nin Ağırnas köyünde doğdu. 1512’de bir devşirme grubu ile İstanbul’a geldi ve "Acemi Oğlanlar" okulunda okudu. Bu sırada, İstanbul’un eşsiz sanat eserlerini inceledi. Yavuz Sultan Selim ile birlikte Çaldıran seferine katıldı. 1516’da Mercidabık ve Ridaniye savaşlarına girdi. Yavuz Selim’le birlikte Kahire’de kaldı. Mısır firavunların ehramlarını, saraylarını, mabetlerini, Kölemen sultanlarının eserlerini, Araplar döneminin camilerini, köprülerini bir bir gözden geçirdi.
ORDUDA BİRÇOK SEFERLERE KATILDI
Rodos seferine katıldı ve bu seferden sonra Sekban sınıfına geçti. Rodos’ta da Yunan mimarisini tanıdı. 1526’da Kanunî Sultan Süleyman’ın Mohaç Meydan Savaşı’na katıldı. Macaristan’ın başşehri Budin’e girdi. Orada, sarayları, kiliseleri inceledi. Kanunî’nin Bağdad seferinde yine orduda idi. Bağdad’a giren ordu ile birlikte, Arap mimarisinin en parlak eserlerine irfan gözü ile bakmasını bildi. Bu sırada önce Haseki, sonra Subaşı tayin edildi.
Boğdan seferinde ordunun Prut Nehri’nin geçmesi gerekiyordu. Kurulan köprüler tutmuyor, kazıklar çöküyor, akıntı köprüyü sürüklüyordu. Padişah, bu işin üstesinden gelecek birinin bulunmasını emretti. İkinci Vezir Lütfi Paşa, Sinan’ı tanıyor, güveniyordu. Padişah’a tavsiye etti. Kanunî, Sinan’a: "Göreyim seni… Şuraya bir köprü kur… Askerim üstünden geçsin… Ama başaramazsan, sen bilirsin!.." dedi. Sinan önce akıntıyı, sonra bataklığı inceledi, gözledi ve 13 gün içinde bir köprü kurdu. Askerler üzerinden bütün ağırlıklarıyla geçtiler. Padişah Sinan’a: "İşe yarar adammışsın!" diye iltifat etti.
1539’da Lütfü Paşa sadrazam olunca, Sinan da mimarbaşılığa getirildi. Böylece, Osmanlı uygarlığına mührünü basan Mimar Sinan, 49 yaşında toplumuna ve kendisine şerefler katacak işine başlamış oluyordu.
BİRÇOK SARAYLAR, MEDRESE VE CAMİLER YAPTI
İlk büyük eseri, 1544’de başlayıp, 1548’de tamamladığı Şehzade Camisi’dir. Kanunî Süleyman, "Şehzadeler Güzidesi" diye övdüğü oğlu için yaptırdığı bu caminin, bir abide-eser olmasını istiyordu. Medresesi, türbesi, imareti, tabhane ve misafirhanesi ile tam bir külliyedir ve gerçek bir sanat değeri taşımaktadır.
Sinan, bundan sonra birçok saraylar, medreseler, camiler, türbeler yaptı. İstanbul’u içme suyuna kavuşturmak için, ünlü Bentleri inşa etti. Ünü, bütün ülkeyi tutmuş, nerede bir eser yapılacaksa, ondan yardım istemek usul haline gelmişti. Sinan, her yere yetişiyor, planlar yapıyor, uygulamasını kontrol ediyor ve mimarîde Osmanlı-Türk çizgisini ebedileştiriyordu.
KANUNÎ, GÜZEL BİR KÜLLİYE YAPTIRMAK İSTEDİ
Kanuni, dünyanın en büyük ve en güçlü imparatorluğunun başında bulunan bir Padişah olarak, ülkesinde yapılan bütün eserlerden daha büyük, daha muhteşem, daha sanatlı ve güzel bir külliye yaptırmak hevesindeydi. Bunun mümkün olup olmadığını Sinan’dan sordu. Yaptıracağı bu külliyeye, kendi adını verecekti… Sinan, alçakgönüllülüğünden hiçbir şey kaybetmeden, "Devletinizde her şey mümkündür" dedi.
Süleymaniye’nin temeline ilk harcı, çağının en ünlü alimî olan Şeyhülislam Ebussuud Efendi koydu, inşaat başladı. Sinan, Ayasofya’nın kubbesinden daha büyük ve daha estetik bir kubbeyi, caminin üstüne kondurmak istiyordu. Çekemeyenler, Sinan’ın düşmanları harekete geçtiler. Bunların başında Sadrazam Rüstem Paşa da vardı. Bunlar, bu kadar büyük bir kubbenin tutturulmayacağını, maazallah çökerse, yüzlerce müminin ölümüne sebeb olacağını ileri sürüyorlar ve Sinan’ın bu yüzden inşaatı bitirmeyi geciktirdiğini söylüyorlardı.
Kanunî bir gün camiye geldi ve inşaatın ne zaman biteceğini sordu. Sinan, "iki ay içinde" dedi. Çevresindekiler, bu kadar kısa bir zamanda inşaatın tamamlanamayacağını söyleyerek Sinan’ı uyarmak istediler. Fakat o fikrinde direndi ve iki ay sonunda caminin anahtarlarını cihangir hükümdara götürdü.
BİRBİRİNDEN ÜSTÜN İKİ ESER…
Kanuni’den sonra yerine Padişah olarak gelen 2. Selim için de Edirne’de, Selimiye Camisi ve külliyesini inşa etmiştir. Sinan: "Kalfalığımda Süleymaniye’yi, ustalığımda Selimiye’yi yaptım" der. Biri birinden üstün iki eserdir. Dünya mimarî anıtları arasında yer alırlar. Michel Ancelo’nun Roma’daki Sen Piyer Kilisesi ile Selimiye, mimarlık tarihinde, birbirlerine karşı ayrı ayrı üstünlükleri olan, fakat birbirlerinden üstün olmayan iki eser olarak eleştirilir.
Sinan Osmanlı ülkesi içinde 84 cami, 52 mescit, 57 medrese, 7 darülkurra, 22 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa, 7 su yolu ve su kemeri, 8 köprü, 15 kervansaray, 33 saray, 6 mahzen, 32 hamam yapmış ve bırakmıştır. Bugün de Türk ve dünya mimarisine atılmış en büyük imza olarak bilinmektedir.