Ans/B/BULGARİSTAN

BULGARİSTAN

Balkan Yarımadası’nda bir cumhuriyet.

Bulgar milletinin 1500 yıllık bir tarihi vardır. Bulgar milli varlığını meydana getiren tarihi amiller:

1-Güney Slavlarının Balkan Yarımadası’na göç edip yerleşmesi,

2-Yarımadanın kuzey ve doğusunda yerleşmiş olan bu Slavların, Türk soyundan fatihler tarafından bir devlet halinde teşkilatlandırılması,

3-Hıristiyanlık ve Bizans kültürünün nüfuzu.

Eskiden Polonya’da ve Batı Rusya’da oturmakta olan Güney Slavları, IV. yüzyılda Karpatların güneyine inmişler ve Got istilasından sonra Doğu Roma İmparatorluğu’nun Balkanlardaki zaafından istifade ederek yarımadaya yerleşmeye başlamışlardır. VII. yüzyılın ortalarına kadar devam eden bu yerleşme yarımadanın her tarafına, Ege Denizi’ne, Mora’ya, Arnavutluk’a kadar yayılmıştır.

Bu surette yarımadada yerleşen Slavlar burada Trak-Yunan-Roma medeniyetini buldular ve bu medeniyetin tesiri altına girdiler. Bilhassa Bizans İmparatorluğu bu yeni unsuru temsil etmek için her vasıtaya başvurmakta idi. Fakat bu sırada (680) Karadeniz’in kuzeyinden Bulgar Türklerinin gelmesi, hakiki manada Bulgar tarihinin başlangıcı oldu.

Türklerin On-ogur grubundan sayılan Bulgar Türkleri, Hun İmparatorluğu içinde mühim bir rol oynadılar ve bu imparatorluğun yıkılmasından sonra Karadeniz’in kuzeyindeki topraklarda kaldılar. Onların ilk defa Bizans kaynaklarında, (482 yılında) Bulgar adı ile zikredildikleri görülür.

Bulgarlar Uti-gur, Kutrigur adı ile iki ayrı topluluk halinde idiler. Bunlar Avar istilası sonucunda Avarlarla birlikte Avrupa’da fütuhat harekatına iştirak etmişler ve sonra Avarlar zayıflayınca onlardan ayrılarak 583 yılına doğru Kubrat Han idaresinde, Karadeniz’in kuzeyinde birleşerek, kuvvetli bir hanlık kurmuşlardır. Bulgar birliğine dahil bulunan esas kitle Kubrat’ın ölümünden sonra, Hazarların baskısı yüzünden oğlu Asparuh’un idaresi altında batıya doğru göç etmişlerdir.

Karadeniz’in kuzeyinden gelen bu Bulgarlar (Proto Bulgarlar) önceleri Bizans imparatorunun müsaadesiyle ve tabi sıfatiyle Kuzey Dobruca’da yerleştiler (660), bunların sayısı takriben 10-25 bin arasında idi. Sonra Bizans’ın zayıflığını görerek güneye doğru ilerlediler ve Bizans ordusunu bozguna uğratarak (679) Tuna ırmağı ile Balkan dağları arasındaki bölgeyi işgal ettiler. Burada yerleşmiş bulunan Slav kabilelerini hakimiyetleri altında birleştirdiler. Bizans ile yaptıkları antlaşmaya göre yeni devletin sınırları Karadeniz’den İsker ırmağına ve güneyden Balkan dağlarına kadar uzanmakta idi. Başşehir Pliska idi. Bu suretle kurulmuş olan birinci Bulgar Krallığı yalnız siyasi bakımdan değil, kültür bakımından da Bizans karşısında tamamiyle bağımsız durumunu koruyor, eski Türk ananelerine bağlı kalıyordu.

Bulgar Devleti, ilk zamanlarda Asparuh Han (681-701) ile Terbel Han (701-718) devirlerinde, Bizans’ın içişlerine karışacak kadar bir kudret gösterdi ve batıda devletin sınırlarını Timok ırmağına kadar genişletti. Bulgar Devleti, Tuna’nın öbür tarafında Romanya’da da araziye sahipti. Kardam Han (777-802) döneminde Bulgar hanlığı Balkan Slavları üzerindeki hakimiyetini genişletmeye başladı. Kardam Han’dan sonraki yarım yüzyıl, Bulgar Hanlığı’nın en parlak devri olmuştur.

Krum Han’ın kurduğu yeni hanedan (803-972), Boyarlar’ı itaat altına alarak hanlığın otoritesini kurdu. Krum ve bilhassa ondan sonra gelen Omortof Han (814-831) zamanında kazanılan parlak zaferler sayesinde hanlığın sınırları çok genişledi. Birçok arkeolojik buluntular, ilk Bulgar Hanlığı’nın, Türk dinini, yani Şamanizmi, kendilerine mahsus alfabeyi, 12 hayvanlı takvimi ve Bizans’ınkinden tamamiyle ayrı milli bir mimariyi muhafaza ettiğini ispat etmiştir. Fakat genişleme ile beraber Bulgar Hanlığı kendi ananelerini zayıflatan dış tesirlere açılmış oldu. Hıristiyanlık ve Slavlık, Bulgar Hanlığı içinde gittikçe kuvvetlenen iki esas amil olarak hanlığın bünye ve karakterini derin bir şekilde değiştirdi. Hanlık, varlığını korumak için Hıristiyanlığı resmen kabul etti ve tebaası olan Slavlarla uzlaşmak zorunda kaldı.

Boris Han, Hıristiyanlığı devlet dini olarak kabul etti (865). Hıristiyanlığın kabulü ile beraber Slavlara da çeşitli imtiyazlar verildi.

Simeon devri (893-927), birinci Bulgar Krallığı’nın en yüksek seviyesini bulduğu devirdir. Bizans’ta yetişmiş olan Simeon, babasının siyasetine devam etti. Hıristiyanlık kesin olarak yerleşti, devletin Slavlaşması tamamlandı. Simeon, bilhassa Bizans’a karşı şiddetli bir mücadele açarak önemli başarılar kazandı. Bizans onu "Bulgarların hükümdarı ve çar" olarak tanımaya mecbur oldu. Simeon’un ölümünden sonra krallık çökmeye başladı.

969 yılında Bulgar Krallığı’nın bütün batı kısmı Kief Rus prensi Svetoslav’ın eline geçti. Fakat Bizans imparatoru İoannes Tzimiskes bu Rus prensini Bulgaristan’dan kovmaya ve Doğu Bulgaristan’ı hakimiyeti altına sokmaya muvaffak oldu.

Bizans İmparatoru II. Basileios yaptığı 5 büyük sefer sonucunda bütün Bulgaristan’ı hakimiyeti altına aldı. Bulgar Krallığı tamamiyle ortadan kalkarak Tuna nehri tekrar Bizans İmparatorluğu’nun sınırları haline geldi (1018). Bu dönemde Bizans kültürü Bulgaristan’a tamamiyle yerleşti.

XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Balkan Yarımadası’na, bilhassa Bulgaristan’a Türk soyundan Peçenek, Guz ve Kumanlar göç etti, bu yeni Türk unsurları bölgeye yerleştiler ve yerli halk ile karıştılar. Bilhassa Tuna nehrinin kuzeyinde büyük bir hanlık kurmuş olan Kuman (Kıpçak)lar, Bulgaristan’da Bizans’a karşı beliren hareketleri destekleyerek Asen hanedanı idaresinde İkinci Bulgar Krallığı’nın kurulmasında başlıca amil oldular.

1186’da Bulgaristan’ın siyasi ve dini bağımsızlığı ilan edildi. Bizans’ın Latinler eline düşmesinden sonra İstanbul Latin İmparatorluğu’nun yeni Bulgar Krallığı’na açtığı savaş Edirne civarında tam bir bozgunla neticelendi, imparator, Bulgar kralına esir düştü (1205). Asen’in ikinci kardeşi Kaloyan, bir taraftan Latinlerle diğer taraftan Macarlarla mücadele ederek krallığını daha da kuvvetlendirmeyi başardı. Bu dönemde Bulgar Krallığı güneyde Filibe’yi, Makedonya’nın büyük kısmını, batıda Niş’i ve Sofya’yı sınırları içine almaktaydı.

Kaloyan 1204’te Bulgar kilisesinin Roma kilisesi ile birleşmesini kabul etti ve Papa III. İnnocentius’tan krallık tacını aldı. Bu suretle ikinci Bulgar Krallığı, Avrupa devletleri arasında varlığını resmen tanıtmış oluyordu.

Bulgar krallarının en büyüklerinden sayılan II. Asen komşularıyla ve bilhassa Sırp kralı ile sıkı dostluk münasebetleri kurdu. Ayrıca Edirne ve Di-metoka dahil olmak üzere Meriç nehri ağzına kadar Trakya’yı, Makedonya’yı ve Arnavutluk’un tamamını krallığına kattı. Kuzeyde Tuna’nın ötesindeki Banat da onun ülkeleri arasında idi. II. Asen’in oğulları zamanında Bulgaristan çökmeye başladı. Krallık güneydeki topraklarını, Arnavutluk ve Makedonya’yı Epirlere bırakmak zorunda kaldı. Trakya kaybedildi. Bunun arkasından kanlı mücadeleler de yeniden başgösterdi. Bu kargaşalık devresinde Terter adında bir Kuman boyan Tırnova’da kendini çar ilan etti (1279) ve Terter hanedanını kurdu.

1241’den beri Bulgaristan, Doğu Avrupa’da hakimiyet kuran Moğolların gittikçe artan baskısı altında bulunuyordu. Terter, Moğol kağanını metbu tanımak zorunda kaldı. Bunun yanında Bizans’ın nüfuz ve müdahalelerine kesin olarak son verdi. Terter zamanında Kuman boyarları devleti tamamıyle ellerine aldılar ve Kuzey Bulgaristan’a yerleşerek Moğol hanlığına, daha doğrusu Moğol kumandanı Nogay’a dayandılar. Bulgaristan’ın hakiki hakimi Nogay’dı. Hükümdarları o seçiyordu. Nogay’m himayesi altında Şişman adlı bir Kuman, Vidin’de ayrı bir beylik kurmuştu. Terter’in kardeşi Eltimir, Kızanlık civarında yerleşmişti. Daha sonraları başka bir Kuman boyan olan Balık da, Dobruca’da hakim oldu. Asıl Bulgar boyarları ancak Güney Bulgaristan ve Rodoplar bölgesine hakim olabildiler. Bu dönemde Bulgar Krallığı birliğini kaybetmişti. Nogay’ın Altın Ordu hanı tarafından ortadan kaldırılması üzerine oğlu Çaka, Tırnova’ya gelerek bizzat Bulgar tahtına oturdu (1300). Fakat kayınpederi olan Svetoslav, Terter onu öldürttü ve tahtı geri aldı. Onun oğlunun kısa süren krallığından sonra Bulgaristan tam bir anarşiye düştü (1323). Tırnova’da toplanan bir büyük mecliste Vidin’de hakim bulunan Kuman boyan Şişman, çar ilan edildi.

Şişman, devletin birliğini kurmaya çalıştı, Filibe’yi Bizans’tan geri aldı, fakat Sırp kralı ile bozuştu. Sırplar bu esnada Bulgarlar aleyhine genişlemeye çalışıyorlardı. Şişman, Köstendil’de Sırp kralı tarafından ezici bir mağlubiyete uğratıldı. Yüzyılın ortalarına doğru Sırp kralı Stefan Duşan Balkanlar’da üstünlüğünü kurmuştu. Bu sırada Osmanlıların Balkan fütuhatı da başladı. Balkan-lar’ın güneyindeki bütün Bulgar toprakları daha I. Murad devrinde (1362-1389) fethedilmişti.

İvan Aleksandır’dan sonra, Bulgaristan birbirine rakip üç parçaya bölündü: Vidin Beyliği, Tırnova Krallığı ve Dobruca Beyliği. Bu üçü de esasen Osmanlılara tabi olmayı kabul etmişlerdi. Bulgar kralının Sırplarla beraber Türk hakimiyetine karşı cephe alması üzerine Yıldırım Bayezıd devrinde Tırnova da işgal edilerek (1393) krallığa son verildi. 1396’da Niğbolu zaferinden sonra Vidin, 1400’de Dobruca zaptolunarak Bulgar Krallığı’nın son parçaları da ortadan kaldırıldı.

Bulgar takipçilerinin de belirttiği gibi, Osmanlılar bu ülkeye birlik, merkezilik ve düzenli bir idare getirdiler ve kuzeyden gelen istilacıları püskürttüler.

Osmanlı idaresi Bulgaristan’da 500 yıl sürdü. Eski Bulgar boyarları kısmen savaş meydanında yokedilmişler, kısmen Osmanlı Devleti’nin askeri kadroları arasına katılmışlardır. Memleket, en ücra köylerine kadar nüfus ve vergi kaynakları itibariyle il yazıcıları tarafından defterlere geçirilmiş ve bu esasa göre tımarlı sipahiler yerleştirilmişti. Bu esnada, Anadolu’da rahat durmayan unsurlar da sürgün olarak getirilip buraya yerleştirilmişti. Bu yerleşmelerin mühimlerini Tokat havalisinden Filibe bölgesine getirilen Tatarlar ve Batı Anadolu’dan getirilen Türkmenler teşkil eder. Bunlar, sonradan "Evlad-ı fatihan" adı verilen Rumeli yörük ve müsellemlerini teşkil etmişlerdir. Türklerin buraya gelip yerleşmeleri, bütün Osmanlı tarihi boyunca devam edecek ve bölge tam manası ile bir Osmanlı ülkesi halini alacaktır.

Bulgaristan, doğrudan doğruya Osmanlı idaresi altına alınarak Rumeli Beylerbeyliği’ne bağlı sancaklara ayrılmıştır. Bu sancaklar şunlardır: Silistre, Niğbolu, Sofya, Çirmen sancağının batı kısmı. Bu sancaklar Rumeli Eyaleti’nin sol ve orta kolunu içine almaktadır. Bulgaristan’daki bu yerler XVII. yüzyılda sol koldaki başka sancaklarla beraber ayrı bir eyalet halinde teşkilatlandırılmıştır.

1864’te Avrupa kanunları gözönünde bulundurularak meydana getirilen vilayet kanunu ilk defa Bulgaristan’da tatbik olundu. Teşkil olunan Tuna vilayeti şu sancakları içine almakta idi: Rusçuk, Varna, Vidin, Tolçi, Tırnovi.

Bu idare, 1878’de Bulgar Prensliği kuruluncaya kadar sürdü. Bu tarihten sonra Osmanlı idaresinde, yalnız "Rumeli-i Şarki Vilayeti" adı ile Meriç vadisi (Filibe) kaldı.

Bulgaristan, imparatorluk merkezinin hemen yanında ve Avrupa tarafında yapılan seferlerin ana yolu üzerinde olduğu için Osmanlılar zamanında gelişti, yeni şehirler kuruldu ve eski şehirler daha da büyüdü. Bulgar ticaretinde Ortaçağlardan beri çok mühim rol oynayan ve hemen belli başlı bütün Bulgar şehirlerinde tüccarları bulunan Ragusa (Dubrovnik)’lıların ticari imtiyazlarını Osmanlılar tasdik ettiler.

Bulgaristan’ın hayvan ve toprak mahsulleri, İstanbul ve Edirne’nin en mühim iaşe kaynaklarını teşkil ediyordu. Bulgar tarihçilerinin de belirttiği gibi, XVI. yüzyıl ortalarına kadar gelen devir, Bulgar halkı için o zamana kadar görülmemiş bir sükun ve refah devri oldu. Sancak beyleri, subaşılar ve sipahiler memleketin asayişi ile meşgul oluyor ve kadılar kanuni bir idarenin mümessili sıfatı ile nizam ve adaleti koruyorlardı.

Bulgaristan XV. yüzyılın ortasından XVII. yüzyılın sonlarına kadar hiçbir düşman istilasına uğramadı.

Osmanlılar hiçbir zaman bir İslamlaştırma veya temsil politikası gütmediler. Ancak Yeniçeri Ocağı için devşirme toplanan belli başlı bölgelerden biri Bulgaristan’dı. Bundan başka, eski Bulgar askeri gruplarından bir kısmı Voynuk adı ile Osmanlı askeri kadroları içine alındılar. Ayrı bir sancakbeyine ve ikinci derecede çeribaşı denilen Türk Müslüman zabitlere tabi bulunan bu Hıristiyan Bulgar askerleri sonradan yalnız saray atları hizmetine ve ordunun ağırlıklarını taşımaya verilmişlerdir. Diğer taraftan derbentlerin, köprülerin muhafazası gibi bazı hizmetler karşılığında bir kısım Bulgar reayasının da derbentçi vb. adı ile vergiden muaf zümreler teşkil ettiğini görüyoruz.

Bulgarlar, umumiyetle Osmanlı İmparatorluğu’nda hangi dine veya ırka mensup olursa olsun "reaya" adını taşıyan, vergiye tabi çiftçi sınıfları halinde kaldılar. Onların Müslümanlardan fazla olarak ödedikleri yegane vergi, bütün Hı-

ristiyanların ödemek mecburiyetinde oldukları cizye idi. Osmanlı Devleti, Ortodoks Hıristiyan tebaasının reisi olarak İstanbul-Rum patriğini tanıdığı için, Bulgar kilisesi de buraya tabi oldu.

Bulgar Ayaklanmaları:

XVI. yüzyıl ortalarında Balkanlar’da "hayduk" (haydut)lar türedi. Bu eşkıya arasında Bulgar çeteleri mühim bir sayıya vardı, 1595’te Bulgarların ilk büyük ayaklanma hareketi görülmüştür. Doğu Bulgaristan’da Tuna’ya yakın bölgeler ahalisi Transilvanya ve Eflak voyvodalarının tahrikiyle silahlanıp düşmanla birleştiler. Ayaklanma merkezi Tırnova idi. Sinan Paşa, bu hareketi bastırdı. Binlerce Bulgar, Eflak beyinin arazisine kaçtı. 1683’ten sonra düşman orduları Batı Bulgaristan’a kadar geldikleri zaman da Kutlovitsa merkez olarak şehir-köyü (Pirot) havalisinde bir kısım Bulgar reayası düşmanla birleştiler. Fazıl Mustafa Paşa, bu bölgeyi Avusturyalılardan geri alınca halkı insani tedbirlerle yatıştırdı. Asilerden bir kısmı Eflak’a ve Banat bölgesine kaçıp oraya yerleştiler.

XVIII. yüzyılda Rus orduları Balkanlar’a birkaç defa girmiş bulunuyor ve istilayı kolaylaştırmak için buradaki Ortodoks Hıristiyanları ayaklandırmaya çalışıyorlardı. 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşında birçok Bulgar Rus ordusuna katıldı. Barıştan sonra da İslimye, Yanbolu, Kotel, Eski Zagra, Yeni Zagra’dan birçok Bulgar düşmanla beraber çekilip Eflak ve Boğdan’da yerleşti. Bunlardan birçoğu sonra yurtlarına dönmek üzere Osmanlı hükumetine müracaat etti ve bu dilekleri kabul edildi.

Bunun yanında Bulgarlar arasında da milli varlıklarını tanıtmak için ciddi bir hamle görüldü. Bulgar ticaret adamlarının yardımı ile Bulgar mektepleri açılmaya, Bulgarca gazete ve kitaplar yayınlanmaya başladı. 1835-1845 arasında 53 okul açılmıştır. Tanzimat devrinin müsamahakar havası içinde gelişen bu kültür faaliyetinin en önemli sonucu, Bulgar milli şuurunun uyanması, Rum tesir ve nüfuzuna karşı mücadelenin şiddetlenmesidir. Rumların dayandıkları başlıca vasıta Patrikhane olduğu için Bulgarlar az zaman içinde mücadelenin ağırlık merkezini kilise meselesinde topladılar ve bağımsız bir Bulgar kilisesi kurulması için faaliyete geçtiler.

Rum rahiplerin Bulgar şehirlerinden kovulması ile başlayan bu mücadele (1825), 1870 tarihine kadar sürdü. Bu mücadele, Babıali’yi endişeye düşüren; şiddetli safhalar gösterdikten sonra, 1870’te padişahın bir fermanı ile muhtar Bulgar kilisesinin yani Bulgar eksarklığının resmen kurulmasıyla neticelendi. Kilise çatışmaları görünümünde Rum-Bulgar milliyetleri mücadele halinde idi. Rumlar bir umumi ruhani meclis toplayarak Bulgarların şizmatik olduklarını ilan ettiler (1872). İki kilise arasındaki bu şizma (ayrılık) son zamanlara kadar devam etmiştir.

Milli şuurlarını kazanan Bulgarlar, bilhassa Rusya’nın istila gayesi ile yaptığı daimi tahrikler yüzünden 1835’ten itibaren mühim ayaklanma ve komite faaliyetlerine giriştiler. Başlangıçta Sırbistan’da ve bilhassa Eflak’ta kurulan ve Rusya’dan yardım gören bu komitelerin hedefi Sırp Beyliği gibi bir Bulgar Beyliği kurmaktı.

Takip edilen yol şu idi: Çeteler halinde memlekete girerek dağlık bölgelere sığınmak ve buradan Bulgar köylerini isyana teşvik etmek, sonra büyük devletlerin müdahalesiyle ortaya bir Bulgar meselesi çıkarmak.

1835’te Rus subayı üniforması taşıyan Georgi Mamarçev’in idaresinde Tırnova’da bir ayaklanma görüldü ve bastırıldı. 1841’de Niş ve havalisinde Sırbistan’dan gelen komitecilerin tahrikiyle oldukça mühim bir ayaklanma oldu. Bu da bastırıldı. Aynı zamanda Eflak’ta, İbrail’de, Tuna’yı geçmek isteyen bazı çeteler tedib olundu. 1850’de Sırbistan’dan gelen komiteciler, Vidin bölgesinde 10 bin köylünün katıldığı büyük bir isyan çıkarmaya muvaffak oldularsa da bastırıldı. Kırım Savaşı sırasında (1854-1856) iki bin kişilik bir Bulgar gönüllü kıtası Rus ordusuna katıldı. 1856’da Tırnova’da yeni bir isyan hareketi görüldü.

Osmanlı hükumeti bu komiteci faaliyetlerine karşı Bulgaristan’da idareyi ıslah edecek bazı tedbirler aldı. Bulgar çorbacılarını teşkilatlandıran ve onlara bazı selahiyetler veren bir "çorbacı nizamnamesi" yaptı, bir ayaklanma bölgesi halini alan Vidin-Niş bölgesinde, köy ağaları karşısında köylünün durumunu ıslah edecek kanunlar çıkardı, vilayet meclislerine Bulgarların da iştirakini sağladı.

Bulgaristan’da büyük köylü kitlesi ve çorbacıların bir kısmı komitecilerin tahrikatına katılmıyorlar ve hükumete sadık kalıyorlardı.

XIX. yüzyılın ortalarında Babıali Bulgaristan’a önem verdiğini göstererek "Tuna vilayeti"ni teşkil etmiş ve başına Midhat Paşa’yı getirmişti. 1875’te Bosna-Hersek ihtilali ile Balkanlar’da ayaklanma başladığı zaman Bulgar komitecileri de daha cüretkar teşebbüslere giriştiler. İlk ayaklanma 20 Nisanda Koprivştitsa ve Panagyurişte (Otlukköy)’de patlak verdi. Devletin çok müşkül anında başlayan bu ayaklanma şiddetle bastırıldı. Fakat komiteciler ve hakikatte Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayarak Balkanlar’da kendi hakimiyetini kurmak isteyen Rusya, maksadına erişti: 1876 Aralık ayında İstanbul’da bir toplantı yapan büyük devletlerin temsilcileri Bulgaristan’da iki muhtar bölge teşkilini istediler. Babıali diğer teklifler gibi bunu da kabul etmedi. Bunun üzerine Rusya, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti (24 Nisan 1877). Bir gönüllü Bulgar alayı Osmanlılara karşı savaşmak üzere Rusya ordusuna katıldı. İstila karşısında dehşete düşen halk şehirden evlerini bırakıp kaçıyorlardı ve Türk mahalleleri Bulgarlar tarafından ateşe veriliyordu.

İstanbul önüne kadar ilerleyen Rus başkumandanının dikte ettiği Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması’na göre (3 Mart 1878) muhtar bir büyük Bulgaristan meydana getirilmekteydi. Fakat diğer büyük devletler Rusya’nın böyle büyük bir Bulgaristan vücuda getirmesine razı olmadılar ve yeni bir kongre düzenlendi. Berlin Kongresi’nde alınan kararlara göre (13 Temmuz 1878) Dobruca, Romanya’ya, Niş bölgesi Sırbistan’a veriliyor ve Trakya ile Makedonya çıkarıldıktan sonra, ancak Balkanlarla Tuna arasında muhtar, küçük bir Bulgar Prensliği teşkil olunuyordu. Bu prensliğin merkezi Sofya olacak, ahali tarafından seçilen ve Babıali tarafından tasdik olunan bir Hıristiyan prens tarafından idare edilecek, bir meclisi ve bir milis ordusu bulunacaktı. Balkanlar’ın güneyinde başka bir kısım da Filibe merkez olmak üzere "Rumeli-i Şarki Vilayeti" adı ile idari bakımdan muhtar bir Osmanlı eyaleti olarak teşkilatlandırılmakta idi. Bu eyaletin valisi Babıali tarafından tayin olunan bir Hıristiyan vali olacak, yerlilerden bir jandarma kuvveti ve özel bir idaresi bulunacaktı.

Çarın gönderdiği Prens Dondukov-Korsakov, Tırnova’da bir kurucular meclisi topladı, demokratik bir anayasa kabul eden bu meclisin dağılmasından sonra 29 Nisan 1879’da ilk Bulgar Parlamentosu (Sobranie) toplandı ve Bulgar prensi olarak Rus çarının yeğeni Aleksandır Battenberg’i seçti. 22 yaşında tecrübesiz bir genç olan bu prens, yanında birçok Rus generaliyle gelerek memleketin idaresini ele aldı. Sobranie’de komiteci ruhunu bırakmayan partiler, prensin hükumetine karşı cephe aldılar. Prens, meclisi kısa bir zaman sonra dağıttı (Aralık 1879). Yeni Bulgar Prensliği, bir taraftan Rusya’nın generalleri vasıtası ile memleketi istediği gibi idare etmek istemesi, öbür taraftan partilere hakim olan komiteci ruhu sebebiyle daimi bir istikrarsızlık içinde bocalamaya başladı. Memlekette derhal iki aykırı siyasi cephe belirdi. Birisi Batı taraftan demokratik cereyan, diğeri de Rus taraftarı cereyan.

Bu Bulgaristan’ı büyük devletler arasındaki nüfuz mücadelesi sahası haline getirdi. Nihayet Bulgar prensi de yeni Rus çarı III. Aleksandr ile bozuşmakta gecikmedi. Anayasayı tekrar yürürlüğe soktu. Hükumeti seçim sonuçlarına göre Karavelov’a verdi. Rus generalleri tehdit makamında Bulgaristan’ı bırakıp gittiler (1884). Bulgar Prensliği, gizli komite faaliyeti ile "Şarki Rumeli Vilayeti"ni kendisine katmak için çalışıyordu. 18 Eylül 1885’te komiteciler bir hükumet darbesi yaparak valiyi tevkif ettiler ve Şarki Rumeli vilayetinin Bulgaristan’la birleştiğini, Aleksandr’ı da prens seçtiklerini ilan ettiler. Aleksandr, Filibe’ye gelerek bu birleşmeyi kabul etti. Rusya kendi rızası alınmadan yapılan ve Bulgar prensini kendisine karşı kuvvetli bir hale getiren bu oldu bittiyi tanımadı ve durum daha gergin bir hal aldı. Buna karşılık Batı devletleri Rus nüfuzunu geriletmek için bu birleşmeyi tasvip ediyorlardı. Osmanlı hükumeti, Berlin Antlaşması’na aykırı olan bu harekete karşı fevkalade tedbirler almayı düşündü. Sultan II. Abdülhamid Prens Aleksandr’ı "Şarki Rumeli Eyaleti"nin valisi olarak tanıdı. Bu esnada Avusturya’nın tahriki ile Sırp prensi dengenin kendi aleyhine bozulduğunu öne sürerek Bulgar Prensliği’ne karşı savaş ilan etti. Fakat Slivnitsa hattında Bulgarlar saldırıyı durdurdular ye püskürttüler. Sırp prensi savaştan önceki durum esas olmak üzere bir antlaşma imzalamak zorunda kaldı (3 Mart 1886). Bu zafer, dışarıda ve içeride Bulgar prensinin durumunu kuvvetlendirdi. Fakat Rusya Çarı onu devirmek için her zamankinden daha çok ısrar ediyordu. Nihayet 20-21 Ağustos 1886 gecesi bir baskın ile Rus taraftarları Aleksandr’ı prensliği bırakmaya zorladılar. Aynı ay içinde karşı bir ihtilal ile geri dönen Aleksandr, Rusya’nın muhalefeti karşısında nihayet kesin olarak tahtından vazgeçmek zorunda kaldı (7 Eylül 1886).

25 Haziran 1887’de Ferdinand von Coburg-Kohary (hük. 1887-1918) Bulgar prensi seçildi. Daha önce niyabet heyetinin en mühim azası olan Stefan Stambulov iktidarı ele alarak memleketi demir bir elle idare etti. Siyasetinin temeli, Bulgaristan’ı her türlü dış baskıdan, himaye teşebbüsünden kurtarmaktı. Bu maksatla Rusya’nın düşmanca tavrına karşı Avusturya-Almanya ittifakına yanaştı ve Osmanlı hükumeti ile samimi ye sıkı münasabetler kurdu. Rusya, yeni Prens Ferdinand’ı tanımamakta ısrar etmekle beraber büyük devletler zamanla onu tanıdılar. Stambulov memleketi bir diktatör gibi idare ediyordu. Nihayet Ferdinand’la arası açılarak istifaya mecbur oldu (1894). Bir süre sonra da öldürüldü. Stambulov’un düşmesinden sonra yeni çar II. Nikolay ile uzlaşma işi de imkan dahiline girdi ve münasebetler gittikçe daha samimileşti. Sırbistan’la Osmanlı Devleti aleyhinde bir anlaşma imzalandı (1904). Fakat Avusturya ağır bastığından bu politika fiili neticelerini gösterememiştir. Bulgaristan’ın iç idaresinde, 1899’da Stoylov kabinesinin istifasından beri, gittikçe şiddetlenen bir iktisadi ve mali buhran hakimdi. 1899’da köylü ayaklanmaları olmuş ve 1901’de şiddetli bir mali buhran kendini göstermiştir, öbür taraftan daha 1893’te kurulan "Bulgar Makedonya İhtilal Komitesi" Makedonya’yı bütün dünyayı meşgul eden korkunç bir karışıklık bölgesi haline getirmeye muvaffak oldu. Rusya ve Avusturya arasında bu bölge dolayısı ile nüfuz ve rekabet mücadelesi şiddetlendi, fakat neticede Bulgarlar Makedonya’yı bir milletlerarası mesele yapmaya muvaffak oldular.

Bu buhran içerisinde Osmanlı merkezinde Meşrutiyet ilan edilmiştir (1908). Meşrutiyet’ten sonra iktidara geçen Osmanlı hükumeti 100 milyon mark karşılığında "Rumeli-i Şarki Eyaleti"den tamamıyle vazgeçti (Nisan. 1909, Türk-Bulgar Antlaşması). 3 Ekim 1908’de Tırnova’da Bulgaristan’ın tam bağımsızlığı ilan edildi ve Prens Ferdinand "Çar" unvanını aldı. Fakat çok geçmeden Bulgaristan’ın Rusya ile münasebetleri yine sıklaştı ve Rusya’nın tahriki ile Osmanlı aleyhinde bir Balkan ittifakı kurulmaya başladı. Bu arada Makedonya meselesinin halli gayesiyle 1912 Martında Bulgaristan ile Sırbistan arasında gizli bir siyasi ve askeri dostluk antlaşması yapıldı. Bu teşebbüs az zamanda Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ’dan kurulu bir Balkan ittifakı halini aldı. Bu devletler Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ettiler (Ekim 1912). Bulgarlar birbiri arkasından Kırkkilise, Lüleburgaz savaşlarını kazandılar, fakat Çatalca hattını aşamadılar, İstanbul tehlike altında idi. Fakat Çatalca önünde Bulgarlar 3 Aralıkta mütareke imzalamak zorunda kaldılar. Balkanlar’ın zaferi, Balkan meselesini ve milletlerarası siyasette rekabetleri birden bire alevlendirdi. Bir taraftan Avusturya Sırbistan’ı tazyik etmeye, öbür taraftan Rusya Balkanlar’ı daha kuvvetle himaye ve teşvik etmeye ve İstanbul üzerine donanmasını göndereceğini söylemeye başladı. Nihayet Londra’da müzakerelere girişildi. Bulgarlar Edirne’nin teslimi gibi aşırı isteklerde bulundular. Savaş yeniden başladı. Bulgarlar Edirne’yi aldılar (26 Mart 1913). Durum daha da gerginleşti. Avusturya Bulgaristan’a, Rusya Sırbistan’a yardım etti. Nihayet Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında Londra’da barış imzalandı. Osmanlı hükumeti Enez-Midye hattını sınır olarak kabul etti. Makedonya’nın bölüşülmesi ve Selanik meselesi nihayet Balkanlı müttefikler arasında savaşı doğurdu (Haziran 1913). Bu karışıklık sırasında Osmanlılar, Edirne’yi geri aldı (20 Temmuz 1913). Bunun üzerine Bulgaristan barış istemek zorunda kaldı. Bükreş’te Balkanlılar arasında imzalanan antlaşma ile (10 Ağustos 1913) Bulgarlar Makedonya’yı bırakıp Dobruca’yı Romenlere vermeyi kabul ettiler. Ayrı bir antlaşma ile (29 Eylül, İstanbul Antlaşması) Osmanlılar Edirne’yi ve Dedeağaç demiryolunu geri aldılar.

I. Dünya Savaşı başladığı zaman Bulgaristan müttefik devletlere yanaştı ve 14 Ekim 1915’te savaşa girdi. Almanya Bulgaristan’a, Makedonya ile Arnavutluk’u vaadetmişti. Savaşın sonunda Balkan ve dünya barışını bozmakla suçlandırılan Bulgaristan’a Neuilly Antlaşması imzalatıldı (27 Kasım 1919). Bu antlaşmaya göre Bulgaristan Güney Dobruca’yı Romanya’ya veriyor, Sırplar lehine sınırda ufak bir değişikliği kabul ediyor, Batı Trakya’yı Yunanlılara bırakıyordu.