KATİP ÇELEBİ ( 1609-1658 )
İstanbul’da doğdu. Adı Mustafa’dır . Babası Abdullah, Kapıkulu askeri idi. Ayrıca, medrese tahsili görmüştü. 14 yaşında iken, babasının mesleğine girdi. Babası onu, kendi aylığından 14 dirhem maaşla yanına aldı. Böylece Kâtip Çelebi, Anadolu Muhasebesi Kalemi’ne kabul edilmiş oluyordu. Buradaki işi, kâtiplik olduğundan, kendisine "Kâtip Çelebi" denilmiştir. Batılılar,"Hacı Kalfa" diye anarlar…
14 yaşından 24 yaşına kadar geçen 10 yılı, savaşlar, seferler, kuşatmalar içinde geçmiş, çok sevdiği bilim ve tarih ile uğraşmaya pek vakit bulamamıştır. Sadece, sefer dönüşlerinde İstanbul’da kaldığı sıralar, Kadızade Mehmet Efendi gibi İstanbul’un tanınmış vaizlerinden dersler almıştır. Önceleri hayran olduğu bu Kadızade Mehmet Efendi’yi daha sonraları ilimde hafif bulacak kadar ilerleyecektir.
KENDİSİNİ İLME VE BİLGİYE VERMEYE KARAR VERDİ
Bağdat seferine (1625 – 26) katılan Kâtip Çelebi, kıtlık yüzünden yenilen ordu ile birlikte büyük sıkıntılar çekmiş ve bu sıkıntılar içinde çok sevdiği babasını kaybetmiştir. Kısa bir süre sonra, amcasını da kaybeden Kâtip Çelebi, Diyarbakır’a gelmiş ve babasının yakın arkadaşlarından birinin yardımı ile kendisini Süvari Mukabelesi’ne tayin ettirmiştir. 1627 – 28 Erzurum kuşatmasında bulunmuş, sonuçsuz kuşatmadan sıkılan Kâtip Çelebi bir ara İstanbul’a gelerek, yine Kadızade’nin derslerine devam etmek fırsatını bulmuştur.
Ertesi yıl Hüsrev Paşa’nın komutasında bir ordu ile Gülanber, Hasanâbât, Hemedan, Bistûn gibi şehirlere uğramış ve daha sonra kaleme aldığı Cihannüma’sına izlenimlerini yazmıştır. İstanbul’a dönüp, Kadızade’nin derslerine bir süre daha devam ettikten sonra, bu sefer Tabanıyassı Mehmet Paşa’nın komutasındaki bir ordu ile Haleb’e geldiği sırada, komutandan izin alarak Hicaz’a gitmiş ve dönüşte orduya Diyarbakır’da katılmıştır. 1635’de, Dördüncü Murad’la birlikte Revan seferine katıldı. Bu sefere ait notlarını, "Fezleke"sinde kullandı. 10 yıl süren bu çeşitli savaş ve sefer hengâmesinden sonra Kâtip Çelebi, kendisini ilme, bilgiye vermeye karar verdi, İstanbul’a yerleşti. 1638’de evlendi. Birkaç kere, önemlice sayılacak ölçüde mirasa konduğu halde, eline geçen bütün parayı kitaba döktü ve sade bir hayat sürerek bilimle uğraştı..
ÖĞRENCİLERİ VARDI VE BUNLARI YETİŞTİRMEK İCİN ÖZEN GÖSTERİYORDU
5 yıl (1639-1644) İstanbul’da zamanın en ünlü hocalarından ders gördü. 5 yılın sonunda artık kendisi de ders verir olmuştu. Öğrencileri vardı ve bunları yetiştirmek için özen gösteriyordu. Girit seferi sıralarında haritaların nasıl çizildiği üzerinde araştırmalar yaptı. Fakat sağlığı bozulmuştu (1646).Tedavi çarelerini aramak için, tıb kitapları okumaya başladı. Ruhsal yollarla şifaya ulaşmanın mümkün olduğuna inanıyordu. Bu yüzden, "Esma" ve "Havas" kitaplarını inceledi. "İnsanlardan uzaklaşarak Allah’a yaklaşıp, temiz bir gönülle edilen duaların ve yazılan yazıların şifalı etkisinden emin" olduğunu söylüyordu.
Kâtip Çelebi’nin bu düşüncesi, 1910’larda Alex Carel tarafından ele alınmış ve duaların şifaya açılan yollardan biri olduğu, bilimsel deneylerle ortaya konmuştur.
Şeyhülislam Abdürrahim Efendi, Kâtip Çelebi’nin yakın dostlarından biri idi. Nitekim, Çelebi’nin "Mizanü’l-hak"adlı eserinin faydalı bir eser olduğunu belirleyen bir fetva vermesi, o zamana kadar maddî sıkıntı geçiren Çelebi’yi feraha çıkarmış, daha sonraki yıllarını, bu kitabın geliriyle geçirmiştir. Birçok eserinin kaleme alınması bu yıllara rastlar. Şeyh Muhammed İhlâsi ile birlikte bazı eserleri Latince’den Türkçe’ye çevirmesi çalışmalarını da bu yıllarda sürdürmüştür.
1658’de, hayatının en verimli dönemini yaşamakta iken, 49 yaşında öldü. Büyük tarihçi, büyük bilim adamı, büyük din âlimi idi. Ölümünden iki yıl sonra, eserlerinin bütün müsveddelerini vârislerinden satın alan Muhammed İzzeti: Kâtip Çelebi gayretli, becerikli, iradeli, iyi huylu, az konuşan, bildiğini iyi bilen bir kişi idi. Vakur tabiatlı, hicivden hoşlanmadığı gibi, bâtıl itikatlara da açıkça ve dolaylı olarak daima hücum ederdi. En çok ilgilendiği konu tarihti. Kâtip Çelebi, tarihten başka konulara da itibar etmiş, merak etmiş, coğrafya kitaplarını okudukça, Batılıların ve eski Yunan’ın bu konuda çok ilerlediklerini, Doğu yazarlarının çok geride kaldıklarını görmüş ve her iki tarafça yazılan eserlerin yanlışları olduğunu fark etmiştir. Bu noksanı karşılamak için "Çihannüma" adlı eserini yazdı." diyor.
Toplumun ayakta kalmasının, bilgi üretmeye bağlı olduğunu söylüyor ve bilim adamlarını, bir toplumun yüreği gibi görüyordu. Bilim açısından Doğu ve Batı ayrımı yapmadan, bütün bilgileri tarafsız olarak incelemiş, doğruyu, yanlışı, göstermeye çalışmıştır.
"Keşfüzzünûn"adlı eseri, bir bibliyografik ansiklopedidir. Yazar bu eserinde, ilimlerin tasnifini yapmakta, 1500 kadar kitabı, adı ve muhtevası ile tanıtmaktadır. "Tuhfetü’l-Kibar" denizcilik tarihi açısından çok değerlidir. "Çihannüma"da ileriye sürdüğü coğrafya görüşleri ile bilimde bir çağ açtığı söylenebilir.