ESNAF
Osmanlılarda el sanatları ile uğraşan, geçimlerini yaptıkları eşyanın satışı ile sağlayan kimselere verilen ad.
Osmanlı İmparatorluğu’nda reayayı teşkil eden halk, kazanç kaynaklarına göre sınıflandırıldığı için bu kelime de benimsenmiştir.
Evliya Çelebi, XVII. yüzyılda reayanın kazanç gruplarına göre sınıflara ayrıldığını açıklamaktadır. Bunlara örnek olarak Esnaf-ı Reisan-ı Bahr-i Sefid (Akdeniz armatörleri), Esnaf-ı Tüccaran-ı Kahveciyan (Kahve ithalatçıları), Esnaf-ı Bezirgan-ı Pirinççiyan (pirinç tüccarları), Esnaf-ı Karhane-i Şem-i Asel-i Sultani (Beyaz bal mumu fabrikatörleri), Esnaf-ı Emin-i Darbhane-i Al-i Osman (Osmanlı Devlet darphanesi sanatkarları), Esnaf-ı Katiban-ı Kütüp, (Yazma kitap kopye edenler), vb. gösterilebilir.
Bu resmi adlardaki tanımlama zorluğu ve kullanışsızlık, esnaf kelimesinin bu iş alanlarında toplu olarak kullanılmasını da kolaylaştırmıştır.
Esnaflık insanlık tarihi ile eş bir geçmişe sahip bulunduğundan, bu iş alanları Osmanlı toplumundan önceki kültürlerle de sıkı bir bağlantıya sahip bulunuyordu. Her esnaf kolunun kendine göre gelenekleri olduğu gibi, bu iş alanını, bulan, başlatan bir pir (üstad) de yardı. Mesela tarımı başlatan Hz. Adem çiftçilerin, İdris terzilerin, Bilal-i Habeşi müezzinlerin, Yunus balıkçıların, Hz. Muhammed tüccarların, Davud dokumacıların piri sayılmakta idi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik düzeni yüzünden esnaf teşkilatı iki gruba ayrılmıştı. Bunlardan biri, özel teşebbüse dayanan serbest halk kuruluşları olup devletin kontrolünde olmakla beraber esnaf loncalarına bağlı idiler. Diğerleri ise devlet işletmeciliği esasına göre dirlik ve ulufeye bağlı, yani maaşlı esnaf teşkilatı olup, bunlara Ehl-i Hiref-i Hassa denirdi. Osmanlı Devleti Ehl-i Hiref-i Hassa üzerinde kesin, esnaf loncaları üstünde ise dolaylı bir kontrol ve idare sistemi kurmuş, bütün esnaf kuruluşlarını imalat, standartlar, fiyat pazarlama vb. bakımlarından devletin kontrolü altına almıştı.
Ehl-i Hiref-i Hassa grubu tab-ü alem mehterleri, çadır mehterleri, aşçı, helvaciyan, habbazin, came-şuyan, hayyatin ile mürekkepçi, kağıtçı, kuyumcu, çilingir ve kazancılara kadar 45 çeşit sanatı kapsamaktadırlar. İşlerine ve ihtiyaca göre her zaman değişik sayıda olan saray esnafı devşirme devrinde saraya alınan, kabiliyetlerine göre ayrılan acemi oğlanlarından yetiştirilirlerdi.
Halkın geçim alanlarından biri olan esnaflık ise kendi bünyesi içinde teşkilatlanmıştı. Bir sanata çırak olmak, bu sanat kolunda ilerlemek, sanatkar olmak, mutlak bir itaat, saygı ve bağlılık isterdi. Çırak, girdiği sanat kolunun törelerine uymak zorunda idi. Kabiliyetini gösterdikten sonra sanatının eskileri arasına katılır, başarısı görüldüğü takdirde kalfa olurdu. Çıraklık devrinde ücret verilmez veya ailevi durumuna göre zaruri ihtiyaçlarına yetecek bir para alırdı. Eski olunca muayyen bir haftalık almaya başlar, kalfalık devresinde ise ustanın verdiği emirlere göre imalathaneyi idare eder, siparişleri yetiştirirdi. Belirli bir devre geçince peştamal kuşatma töreni ile ustalığa yükselirdi ve yeni bir esnaf olarak iş hayatına girmiş olurdu.
Esnafın hile yapması, halkı aldatması, sanatını kötü yolda kullanması ağır şekilde cezalandırılırdı. Ceza şeklini esnaf loncasının altılar denilen ihtiyar heyeti tespit ederdi. Bu cezayı ise yiğitbaşı uygulardı. Cezalar suça göre, dükkanın birkaç gün kapatılması veya suçu işleyene suçun önemine göre işten el çektirmeye kadar çıkardı.
Serbest esnaf, loncalara bağlı bulunuyordu. XIII. yüzyıldan beri Batı Türklerinde de görülen bu kuruluş, bir bakıma sendika görevlerini de kapsayan, dini- ekonomik bir nitelik taşımakta idi. Bu kuruluş XVI. yüzyıldan sonra ticaret ve sanatını yapabilmek için ayrıca "gedikliler"e de bağlandılar.
Her esnaf kolunun ayrı bir yönetim kurulu vardı. Bunlar altı kişi olduklarından altılar adı ile de anılırlardı. Bunların başına Esnaf Şeyhi denir, yaşlı okur yazar esnaf arasından seçilir ve Belde Kadısı tarafından hükumete arz olunurdu. Altıların ikincisi Esnaf Kethüdası idi. Bu da esnaf tarafından seçilir, seçimi hükumetçe onaylanırdı. Esnaf kethüdası ihtiyar heyetinin başkanı olup oturumları yönetir, kararlarda son sözü söyler, özellikle esnafın kültürel gelişmesi ile meşgul olur, onsuz toplantı yapılmazdı. Üçüncü görevli esnaf yiğitbaşısı adını taşırdı. Esnafın yetiştirilmesi, esnaf arasındaki rütbelerin tespiti, esnafın disiplin konuları, verilen cezaların uygulanması, ustaların peştamal kuşatma törenleri yiğitbaşının görevleri arasında bulunduğu gibi, lonca sandığını idare etmek de ona aitti.
Altıların son iki üyesi Ehl-i Hibre adını taşırdı. Esnaf içinde en çok sayılan ve sevilen kimselerden seçilen bu iki ve bazen da üç üye esnaf ile tüccar arasında hatta lonca yönetim kurulu arasında malın yetersizliği bozukluğu sipariş bedellerinin zamanı, disiplin olayları gibi konularda çıkan anlaşmazlıklarda hakemlik ederlerdi.
Esnafın sefer sırasında orduda görev alması kanundu. Kapıkulu efradı ile İstanbul’da kurulan askeri ve miri imalathanelerde Dikimevi, Saraçhane, Haymehane gibi, ordunun ihtiyacı olan malzemeyi hazırlayan Ehl-i Hiref veya Erbab-ı Hiref, seferin gerektirdiği ölçüde bulunmazsa, Divan-ı Hümayun kararı ile serbest esnaf takımı da sefere çıkmak zorunda kalırdı. Bunlara orduca takımı adı verilirdi.
Osmanlı tarihinde ilk defa 1389’da, I. Kosova Savaşı’na katıldıkları görülen esnafın o tarihte ordudaki mevcutları 10.000 olup bunlara pazarcı deniliyordu.
Sefere gidecek esnafın sayısı Divan-ı Hümayun’da tespit edilerek bu belde kadılarına bildirilir, bunlar da loncalar ihtiyar heyetleri aracılığı ile istenilen esnafı ayırırlar, seferde gereken savaş malzemelerini yaparlar, sefer boyunca ailelerinin bakımlarını da lonca orta sandığı karşılardı.
Tanzimat’tan sonra gerek loncaların gerek gedik ve iltizam usullerinin yeni şart ve ihtiyaçlara göre düzenlenmesi için bazı çalışmalar yapılmıştır. 1860’ta Midhat Paşa gedikleri için yeni bir nizamname hazırlattığı gibi, 1879’da açılan İstanbul Ticaret Odası’nın başlıca amacı esnafı yeniden teşkilatlandırmak idi. 1909’da, II. Meşrutiyet devrinde Esnaf Cemiyetleri Talimatnamesi çıkarıldı. Bundan sonra esnaf kendi arasında dernekler meydana getirmeye başladı. 1910’da ticaret ve sanayi odaları için yeni nizamnameler yapıldı. 1913’te ise gedik ve lonca usulü tamamen kaldırıldı.
Esnaf ve sanat sahiplerinin durumuna dair Cumhuriyet devrinde ilk defa 1924’te 655 sayılı Ticaret ve Sanayi Odaları Kanunu yayınlandı. Aynı yılın Eylül ayında ise bu kanuna dayanan bir de nizamname çıkarıldı. Kanunun 15. maddesi ile nizamnamenin 135. maddesi, eski esnaf cemiyetleri hükümlerini değiştiriyordu. Ticaret ve Sanayi Odaları Kanunu 1942’de yeniden değiştirildi ve 4355 sayılı kanunla bütün eski kanun ve nizamnameler kaldırıldı. Bu kanun, altı yıllık bir uygulamadan sonra yeniden değiştirildi ve esnaf odaları kaldırıldı. Bugün esnaf, kendi dernekleri çevresinde kendi kendini yönetme hakkına sahip bulunmaktadır.