BAKİ ( 1526- 1600 )
16. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’na imzasını atan Padişah nasıl Kanunî Sultan Süleyman ise, bu çağın edebiyatına mührünü basan sanatçı da şair Baki’dir. İmparatorluk, en geniş sınırlarına ve en güçlü dönemine 16. yüzyılda erişmiş, Osmanlı şiir sanatı da Baki’nin kalemi ile, şekilde ve manada en büyük ihtişamını yaşamıştır. Ordular, muhteşem Süleyman’ın buyruğunda, söz, Baki’nin mısralarında zaferler kazanıyordu.
Bir halk çocuğudur Baki. Babası, bir mahalle camisinin müezzini idi. İstanbul’da 1526 yılında doğmuştur. Okuyup yazmasını söktükten sonra, babası kolundan tutup oğlunu bir saracın yanına çırak verdi. Baki, saraçlık mesleğine gönül verseydi, herhalde zamanın ünlü saraçlarından biri olurdu. Fakat, sevemedi bir türlü bu zenaati… Gözü okumaktaydı. Ne yaptı yaptı, kendisini medreseye yazdırmaya muvaffak oldu.
Medresede, zamanın ünlü bilginlerinden Karamanlı Ahmet ve Mehmet efendilerden ders gördü. Daha sonra, kendisi gibi ünlü kişiler arasına katılacak olan tarihçi Hoca Sadettin ve şair Nef’î ile bu medresede arkadaş olmuştur.
Daha 18 yaşında bir medrese talebesi iken, bu, kara-kuru, ufak-tefek genç, yazdığı şiirlerle ününü bütün İstanbul’a duyurmuştu. Daha bu yaşta iken, şiirde kolaya kaçmıyordu. Mısralarını, kuyumcu gibi işliyor, kelimeleri tartıp-ölçüp yerleştiriyor, nefis mısralar çıkarıyordu.
Bir ara, çağın ünlü bilgini Kadızade Şemsettin’in derslerine devam etti… Parlak bir medrese öğrencisiydi, parlak bir şairdi, parlak bir gelecek vaad ediyordu.
DİVAN EDEBİYATINI ULAŞILMAZ BİR NOKTAYA GETİRDİ
Nahcıvan seferinden dönen Kanunî Sultan Süleyman’a, bir kaside sundu. Padişah, imparatorluğunun gümbürdeyen sesini mısralara dolduran bu genç şairi beğendi. Çünkü Baki, daha o yaşlarda iken, Divan Edebiyatı’nı, şekil açısından, âdeta ulaşılmaz bir noktaya getirmişti. Ona, çağının şairleri, "Sultan-ı Şuera", yani şairlerin sultanı dediler. O, ne yaptığını biliyordu. Nitekim daha sonraki yıllarda:
"Bu devre içinde benim padişehi mülk-ü sühan
Bana sunuldu kaside, bana verildi gazel"
diyecek ve kendisini, söz mülkünün padişahı olarak ilân edecekti.
Mesleğinde, "Danişmend" (rektör yardımcısı) mertebesine yükselmişti. Padişahın isteği ile ve 30 akçe maaşla 1563 tarihinde Silivri, Piri Paşa Medresesi’ne müderris olarak atandı. Baki’nin sonraki hayatı, Mekke, Medine kadılıkları, İstanbul kadılığı, Anadolu kazaskerliği, Rumeli kazaskerliği gibi önemli mevkilerde geçmiştir. Fakat onun gözü, şeyhülislâmlıktaydı. Bunun için çok çalıştı, hatta entrikalar çevirdi, fakat bir türlü bu makama gelemeden hayata gözlerini yumdu (1600).
Baki, şeyhülislâm olamadığı için, değerinin bilinmediğine inanıyordu. Bir şiirinde:
"Kadrini seng-i musallada bilüp ey Baki
Durup el bağlayalar karşına yaran, saf saf."
ikilisi ile bu duygusunu açığa vuracak ve tabutu musalla taşına konduğu zaman, namazını kılmak için önünde duran, zamanın şeyhülislâmı Sunullah Efendi, bu beyti yüksek sesle okumaktan ve gözünün yaşını silmekten kendini alamayacaktı.
ZEVKE, EĞLENCEYE DÜŞKÜNDÜ
Baki, ufak-tefekti, kara-kuru idi, biraz da kargayı hatırlatacak kadar çirkindi ama, son derece neşeli, esprili, zeki ve hoşsohbetti. Düşündüğünü söylemekten çekinmez, fakat kimsenin de kalbini kırmak istemezdi. Bu mizacı ile meclislerin aranan adamı idi. Zevke, eğlenceye düşkündü. İstanbul’un uzun kış gecelerinde onu, bozahane sohbetlerinde özel içki sofralarında, Tahtakale gezintilerinde, Balat, Galata, Samatya’nın meyhanelerinde görebilirdiniz. Yaz günleri de Kâğıthane, Bahariye, Tophane âlemlerinde aranan biri idi. Yeni yazdığı bir şiiri, sarığının kenarına iliştirir, gittiği toplantılarda okur, her bulunduğu yerde güzel sohbetler açardı.
Kaside biçiminin büyük ustalarından biri olmakla beraber, gazelde erişilmez bir sanat dehasına sahipti. Hayatında ne kadar samimî ise, sanatında da o kadar şekilcidir. Eşanlamlı kelimeler üzerinde oynamakta üstüne yoktur. Divan Edebiyatı’nın en büyük temsilcisi, en büyük ustasıdır. Kendi şahsi mührüne, "Dünya geçici, vefa yok, Baki de geçicidir" anlamına gelen Farsça bir beyit kazdırmıştı.
ARAKÇA’ DAN OSMANLICA ‘YA ÇEVİRDİĞİ ESERLERİ VARDIR
Baki, ilk Divan’ını, Kanunî Sultan Süleyman’ın emri ile toplayıp ortaya koydu. Daha sonra yazdığı şiirlerle Divan tekrar bir araya getirilmiştir. Tam metin olarak iki defa İstanbul’da, bir defa da Prag’da basıldı. Tarihçi Hammer, Baki’nin Divan’ını Almanca’ya tercüme ederek yayınlamış bulunuyor. Baki’nin, Divan’ından başka Arapça’dan Osmanlıca’ya çevirdiği eserler de vardır.
Baki’yi, mizacı ve dünya görüşü ile güzel anlatan şiirlerinden birinin bir parçasını aşağıya alıyoruz:
"Ey dil, sen o dildara lâyık mı değilsin ya!
Dava-i muhabbette sadık mı değilsin ya!
Özrü, nedir Azra’nın Vamık mı değilsin ya,
Bu gam ne gezer sende âşık mı değilsin ya,
Âşıkda keder neyler, gam, halk-ı cihanındır,
Koyma kadehi elden, söz Pir-i muganındır."
Baki, şiirlerini överken şöyle söylüyor:
"Derme çatma giydirir eller libası şiirine
Hil’at-ı nazm-ı cihangirin senin, altunludur."
"Başkaları şiirlerine derme çatma esvaplar giydirir. Oysa senin, dünyayı tutan şiirinin kaftanı, altınla işlenmiş…"
Baki’nin hakkı var, belki sonsuzlukla işlenmiş!