ALPASLAN (1029 – 1072 )
Dünyaya seyrek gelen bir komutan!..Gözünü kırpmadan ölüme atılan yiğit!.. Düşmanını bile bağışlamasını bilen bir insan!.. Türklere, Anadolu’yu vatan eden devlet adamı!.. Adı gibi, hem yiğit, hem aslan!..
20 Ocak 1029’da doğdu. Babası, Çağrı Bey’dir. Çağrı Bey, Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşunda başrollerden birini oynamış bir komutandır. Horasan Valisi idi. Oğlu Alpaslan’n yetişmesine önem vermiş, çağın bilginlerinden ders görmesini sağlamış, atıcılık ve binicilikte eli tutulmaz, önüne geçilmez bir yiğit olarak yetişmesine dikkat etmiştir. Öldüğü zaman, Horasan Valiliği’ne oğlu Alpaslan geçti.
Büyük Selçuklu Devleti Hükümdarı Tuğrul Bey, vâris bırakmadan 4 Eylül 1063’de ölünce, Veziri Kundurî; "Vasiyeti vardır", bahanesiyle devletin başına, Alpaslan’ın kardeşi Süleyman Bey’i geçirmek isteyince, ülkenin beyleri ayaklandılar ve başlarına Alpaslan’ın geçmesini istediler.
BÜYÜK ORDUSU İLE TÜM DİRENİŞLERİ BASTIRDI
Alpaslan, 27 Nisan 1064’de törenle tahta çıktığı zaman, 35 yaşında bir yiğit idi. Kundurî’yi azletti, yerine Nizamülmülk’ü vezir yaptı. Bazı beyler, direnecek oldular, bastırdı. Başkaldıran akrabalarını dize getirdi ve tek rakibi Kutalmış’ı bir savaşta yok etti. Devletine otorite, mülküne düzen getirdi ve ordularını Bizans üstüne yolladı, Azerbaycan’ı, Gürcistan’ı ele geçirdi.
Bizans’ta telâş başlamıştı, imparatorluk tehlikede idi. Bizans imparatoru Romanos Diyojenes, bizzat ordusunun başına geçerek Alpaslan üzerine yürüdü. Ordusunun bir kısmını güvenlik için, Malatya’da bırakmıştı. İmparator, Palu önlerine geldiği zaman, felaket haberi erişti. Malatva’daki kuvvetleri, güneyden sarkan Türk kuvvetleri tarafından yok edilmişti.Bu durumda savaşamazdı. İster istemez geri döndü.
Alpaslan, Van Gölü’nü dönerek Malazgirt önlerine geldi. Malazgirt düştü. Oradan Diyarbakır’a geçti. O yıllarda Mısır kaynaşıyordu. İktidarı ele geçirmek isteyen emirler, muradlarına eremeyince, Alpaslan’ı Mısır’ı almaya teşvik ettiler. Alpaslan, Mısır topraklarına sarktı. Urfa’yı kuşattı ve ele geçirdi. Büyük saldırıya geçebilmek için ordularını Halep’te topladı.
Bizans, olayları dikkatle izliyordu. Alpaslan’ın Mısır’a yönelmesi, Romanos Diyojenes’i ümitlendirdi. Alpaslan, Mısır’da oyalanırken, o, Doğu Anadolu’yu tekrar buyruğu altına alabilir, Azerbaycan’ı ele geçirebilir, hatta İran’a kadar rahatlıkla sarkabilirdi. Sonra yorgun Türk ordusunu yenecek ve onları bir daha Anadolu’ya ayak bastırmayacak bir anlaşma imzalatacaktı.
Büyük bir ordu topladı. Ordunun miktarı üzerinde tarihçiler arasında ittifak yoktur. Ancak 200.000 kişilik bir ordu olduğu ve bunun yüz bininin yaya, yüz binin atlı bulunduğu söylenebilir. İstanbul’dan, ordusunun başında çıkarken, "Size zaferler getireceğim. Bizans ordusunun karşısına Türkler çıkmaya bile cesaret edemeyeceklerdir" diyordu. Gerçekten, geçtiği yerlerdeki ufak tefek direnişleri silindir gibi eziyor, evvelce Bizans’a ihanet eden toplulukları cezalandırıyordu. Sivas’tan geçerken, on binlerce Ermeni’yi, çoluk çocuğa kadar kılıçtan geçirdi. Erzurum, Eleşkirt üzerinden Malazgirt’e geldi.
BİZANS İMPARATORU ANLAŞMA TEKLİFLERİNİ REDDETTİ
Alpaslan, Halep’te olup bitenleri öğrenince, ordusunun bir bölümünü, Suriye’de fetihlerin sürdürülmesi için bıraktı, ana kuvvetleri toplayarak kuzeye doğru tırmanmaya başladı. Malazgirt’e geldi, iki ordu karşılaştılar. Bizans imparatoru, zaferi avucunda bildiği için, anlaşma tekliflerini reddetmişti. Bizans ordusu 200.000, Türk ordusu dörtte hatta beşte biri bile değildi. 26 Ağustos 1071 sabahı, namazdan sonra Alpaslan ordusunun karşısına, tepeden tırnağa beyazlar giyinmiş olarak çıktı.
"Kimin gönlü gitmekteyse, gitsin! Kim, şehadet şerbetini içene kadar dövüşmek isterse kalsın! Ben sizin aranızda sizlerden biri olarak elde kılıç dövüşeceğim! Ya zafer nasip olacak, ya şehadet şerbeti gönlümün ateşini söndürecek!.. Gidene gönül komam, kalana teşekkür etmem!. İşte aslanlarım, yiğitin günü geldi" diyordu.
BİZANS ORDULARI BÜYÜK BOZGUNA UĞRADI
Tarihin en büyük savaşlarından biri başladı. "Mübalağa cenk olundu". Alpaslan, ordusunu ay biçimi mevzilemiş, sağ ve sol cenahları kuvvetli tutmuş, kendisinin bulunduğu merkezi zayıf bırakmıştı. Bizans ordusu, Sultan’ın bulunduğu merkezi dayanıksız görünce, yüklendi. Alpaslan savaşarak geri çekiliyor, sağ ve sol kanatlarını Bizans ordularının gerisine doğru sarkıtıyordu. Birden hücum emrini verdi. Alpaslan’ın bulunduğu merkez kuvvetleri direnirken, sağ ve sol kanatlar kapanmış, Bizans ordusu çember içine düşmüştü. Bayraklarını, imparatorlarını bile geri çekmeyi başaramadan yenildiler.
Alpaslan, esir Bizans imparatoruna saygı gösterdi, karşısına oturttu ve barış tekliflerini neden reddettiğini sordu. Romanos:
– Orduma güveniyordum, dedi, Anadolu bugüne kadar böyle bir ordu görmemiştir. Onun için barış yapmak istemedim.
– Sen yenmiş olsaydın, bana ne yapardın?..
– Kamçılatırdım…
– Sana ne yapacağımı umuyorsun?..
– Belki öldürürsünüz, belki kafese koyup adi bir esir gibi dolaştırırsınız. Ve… kim bilir, belki de bağışlarsınız!..
– Bana bu zaferi gösteren Tanrı’ma şükran için, her şeyi yaparım.
Bizans İmparatorunun hayatını fidye karşılığı bağışladı. Artık Anadolu, istilâ edilmiş bir ülke değil, Türklerin ana vatanı olmuştu. Bir yıl sonra, bir kale komutanına, hatasından dolayı ceza verdi. Buna öfkelenen kale komutanı Alpaslan’ı bıçağı ile yaraladı ve Türklerin bu büyük komutanı, başbuğu birkaç gün içinde öldü (1072).