MEDRESE
Medrese ders çalışılan, ders okunan yer olup, sonraları genellikle camilerle birlikte bulunan tahsil müessesesi ve son olarak, bütün dereceleri ile Darü’l-fü-nun (Üniversite) yerinde kullanılmıştır.
İslam’da ilk medreseyi yapanın Nizamü’l-mülk ve ilk medresenin
"Medrese-i Nizamiye" olduğu söylenirse de, İslam aleminde ilk defa medrese yaptıran Nişabur hakimi Emir Nasr b. Sebüktekin’dir. Nişabur’da Medrese-i Nasıri’yi yaptırmıştır (1033).
Osmanlıların ilk devirlerinde medreseden başka okullar da vardı. Bu okullar genellikle camilere bitişik yapılır veya cami odalarından biri okul olarak kullanılırdı. Bu okullardan ilk eğitimi görenler daha fazla okumak isterlerse medreseye dahil olurlardı. Burayı bitirenler Müderrislik payesini alırlar ve devletin en yüksek makamlarına geçmek hak ve imkanını elde ederlerdi.
İlk Osmanlı medresesini, Orhan Gazi yaptırmıştır. Derece itibariyle Osmanlıların en önemli medreseleri İznik, Bursa ve Edirne medreseleri idi.
Medrese kuruluşunun en mükemmel bir organizasyon haline getirilmesi ise Fatih devrinde Mahmud Paşa eliyle Sahn-ı Seman’ın tesisinde yapılmıştır. Fatih Camii’nin iki yanında 4’er medreseden (Karadeniz ve Akdeniz) meydana gelen bu öğretim kurumunda üçer kişilik 152 hücre vardı. Tabhane, bimar-hane, kütüphane vb. kuruluşları yanında Sahn-ı Seman’a kaynaklık etmek üzere 600 öğrencilik 8 Medrese-Musıla-i Sahn-Tetimme hazırlık okulları da kurulmuştur.
Osmanlı medreselerinin olduğu kadar medrese tarihinin son ve en mükemmel örneğini, Kanuni Sultan Süleyman’ın kurduğu Süleymaniye vermiştir. Bu medresede devletin hekim, operatör, mühendis ve mimar gibi uzmanlık ihtiyaçlarını karşılamak üzere bir darü’ş-şifa, dört matematik, bir darü’l-hadis ve bir de temel ilimler dönemi olmak üzere Musıla-i Süleymaniye adında, fakülte diyebileceğimiz sekiz medrese kurulmuştur. Bu organizasyona göre ülkede orta dereceli Dahil medreselerinin üstünde hukuk, ilahiyat ve edebiyat eğitimi yapan Sahn-ı Seman, Fatih, tıb ve matematik eğitimi yapan Süleymaniye ve bu seviyede olmak üzere yüksek dereceli iki öğretim kurumu bulunmakta idi.
Osmanlı medreslerinde öğretmenlerin rütbe ve ücretleri de sıkı bir bareme göre değerlendirilmiştir. Hariç, dahil ve altmışlı dereceleri öğretim üyelerinin ilk kademeleri olup, bunlar iptida ve hareket unvanlarıyla ikiye ayrılmakta, böylece altı derece teşkil etmekte idiler. Musıla-i Sahn ile Sahn-i Seman dereceleri yüksek öğrenim kademesinin başlangıcını teşkil ederdi. Müderrisler için en yüksek derece Musıla-i Süleymaniye ile başlar, Süleymaniye, Hamise-i Süleymaniye ve Darü’l-hadis’te son bulurdu. Bir medresede öğrenimini tamamlayarak mülazemet derecesini alan öğrenci ülkedeki hariç ve dahil medselerinde görev alabilirdi, İptidai altmışlı derecesi mülazımlık dönemini tamamlayan, tezini verdikten sonra Süleymaniye’den mezun olmuş, genç müderrise verilen bir rütbe idi ki, bundan sonra yapacağı çalışmalarla bu müderris en son Darü’l-hadis derecesini alır ve oradan eğitim ve öğretim sınıfından ayrılarak hakimlik sınıfına geçer yine kendi arasında derecelenen kadılıklardan birine tayin edilirdi.
Medrese öğrencileri öğrenimlerine göre, çömez, suhte (softa), danişmend, müderrisler ise mülazım, molla (Mevlay) Fakkaha, Alame, Kari, Muhaddir, Fakih gibi unvanlar taşırlardı.
Osmanlı medreselerinde okutulan dersler üç bölümde toplanabilir. Cüz’iyat yani, koltuk dersleri matematik, hendese ve felsefedir. Bu dersler medresede görülen kadro çöküntüsü ile birlikte XVI. yüzyılın sonlarında dini akidelere aykırılık gerekçesiyle kaldırılmıştır. Aliye dersleri, yani kelam, belagat (meani, bedi’, beyan), mantık ve Arap nahv ve sarfı son zamanlara kadar devam etmiştir.
Dersler sabah ve ikindi namazlarından sonra yapılırdı. Medreselerin yeniden düzene konması ve ıslahı fikri ilk önce III. Selim devrinde ele alınmış, bir takım çalışmalar yapılmışsa da faydalı bir sonuç alınamamıştır.
1908 Meşrutiyeti ile birlikte yeni sistemle Medrese çatışır hale geldi. Hükumetle medrese arasında ilk çatışma, askerlik mükellefiyeti meselesinden çıkmıştır. Harbiye Nezareti ile Bab-ı Meşihat arasındaki münakaşa, medresedeki öğretimin akademik ölçüler bakımından değersizliğini ortaya koydu. 1909’da ise hükumetin tazyikiyle Medaris-i İslamiye ıslahat programı kabul edilmiştir. Sınıf sisteminin benimsenmesiyle ve tahsil süresinin 12 yıl olarak tespitiyle medrese, kendi kendine giremediği modern öğretim sistemi içine sokulmuş oldu. Yeni programa göre medreseye Türkçe sarf ve nahv, Türkçe belagat ve inşa, Farsça, matematik, geometri, tarih, coğrafya, kozmografya, fizik, kimya ve tabiat bilgisi gibi ilimler sokuldu. İlk defa Sahn-i Seman’da denenmesi kararlaştırılan bu program, 1910’da bütün medreselere uygulandı. 1912’de Milli Eğitim Bakanlığı’nın Darü’l-fünun’da (üniversite) Ulum-i aliye-i diniye enstitüsünü kurması, medreseyi zor bir duruma düşürdü. Medrese, hukuk alanından sonra din bilgisi öğretmenliğini de kaçırmak üzereyken ıslah-ı medaris nizamnamesini yürürlüğe koydu. Buna göre medrese, Tali kısm-ı evvel, Tali kısm-ı sani ve Ali olmak üzere dörder yıllık üç devreli 12 senelik bir eğitim sistemi haline geliyordu. Ali dönemden mezun olanlar, müderris unvanını alacaklardı. Ayrıca iki yıllık Medresetü’l-mütehassısin’de ihtisas yapanlar doktora seviyesinde bir dereceye ulaşacaklardı. Darül’l-hilafeti’l-aliyye medreseleri böylece düzene konarak, modern eğitim ve öğretim usul ve programları ile Tali kısm-ı sani derecesinde organize edilmişlerdi. Bunların yanında dört yıllık Medresetü’l-eimme ve’l-huteba dini hizmetlere eleman yetiştirilmek üzere öngörülmüş, daha sonra adı Medresetü’l-irşad olarak değiştirilmişti.
1908-1914 yılları arasında Şeyhülislam Hayri Efendi’nin gayretleriyle geliştirilen bu ıslahat programı, çok geç kalmıştı. Medresenin karşısında olmak üzere, II. Abdülhamid devrinden beri gittikçe gelişen ve yayılan modern öğretim ve eğitim kurumları, eski bir kuruluş olan Medrese’yi gereksiz hale getirmiş olduklarından, 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile ortadan kaldırlıdı.