Ans/h/ HAT SANATI

HAT SANATI

Güzel yazı yazma sanatı.

Doğu ülkelerine has bir sanat koludur. İslam estetiğinin geliştirdiği Doğu kültürünün ürünüdür. "Yazı" kavramı ile kutsal kitap "Kur’an" arasında kurulan bir özdeşlikten kaynaklanan ve yazıyı güzelleştirmeye yönelik bir uygulamadır.

Yazı işini başlı başına bir sanat haline getiren Osmanlılar arasında bu konuyla ilgili her yenilik hürmetle benimsenmiş, divani, celi divani, siyakat gibi yazı türleri camilerde, kitap yazımında süslemede özenle kullanılmıştır.

Osmanlı sanatının en büyük ustası Amasyalı Şeyh Hamdullah (1436-1520) şehzadeliği sırasında, II. Bayezid’e yazı dersleri vermiş, Bayezid’in teşvikiyle denemelere girişerek, uzun bir çalışma sonunda ortaya koyduğu 6 çeşit örnekle, kullanılan yazıya ilk büyük yeniliği getirmiştir. Aynı zamanda çağının ünlü ok atıcılarından olan Şeyh Hamdullah, kendisinden sonra gelenlerce örnek hattat kabul edilmiş ve koyduğu kurallar 500 yıl süreyle geçerli olmuştur. Şeyh Hamdullah 1000 kadar En’am ve dua kitabıyla 47 Kur’an yapmıştır.

Şeyh Hamdullah zamanında yaşamış ve süslemenin en güzel örneklerini vermiş olan Ahmed Karahisari de büyük bir hattattır. Süleymaniye Camii’nin yazılarını işlemiş, ayrıca Hırka-i Saadet için yazılan ve sanat değeri eşsiz olan büyük boy Kur’an’ı meydana getirmiştir. Bu eser halen Topkapı Sarayı Müzesi’ndedir.

Şeyh Hamdullah’tan 150 yıl sonra yaşayan Hafız Osman’ın hat sanatında bütün Müslüman ülkelere ün salmış ayrı bir okulu vardır. Ondan sonra gelen Mustafa Rakım da büyük bir hattattır. Padişah tuğraları, Rakım’ın eseridir. Ayrıca Mahmud Celaleddin, Yesari Mehmed İzzet oğlu, Yesarizade Mustafa İzzet, Kazasker Mustafa İzzet, öğrencisi Şefik Bey ve ondan sonra gelen Sami Bey büyük hattatlar arasında yer alırlar.

Hattın, en küçük örneğine "hürde" (küçük), "gubari" (toza benzeyen, toz kadar küçük yazı) veya "hafi" (gizli) adı verilir. Hürde yazı ile yazılan eserler çok azdır. Zaten bu derece küçük yazıda sanat göstermek zor, hatta yok gibidir. Hat serçe parmağı kadar kalın olursa ona "hattın celisi" (aşikar) adı verilir. Yalnız divaninin celisi, divaniden biraz farklıdır. Pirinç tanesi üzerinde Fatiha suresini yazan hattatlar çıkmıştır. Bu Gubari hattına örnektir.

Ayasofya Camii’nin levhalarını yazan Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin eserleri de hattın en güzel örneklerinden sayılır.

Hattat:

Hat sanatıyla uğraşanlara verilen ad.

Eski sanatlarımızdan olan hattatlık kökleşmiş bir üsluba ve geleneğe dayanan ve sürekli kendini geliştiren bir sanat dalıdır.

Hüsnühat öğrenimine mahalle mektebinden başlanır, çocukların kabiliyetleri, rika, sülüs, nesih gibi çeşitli yazılar yazdırılarak geliştirilmiştir. Yazı öğrenmek için bir ustaya başvurulunca, usta öğrencisine çalışmasından örnek olmak üzere yazdığı satıra "meşk", yazı öğrenmeye de "meşk almak", öğretmeye de "meşk vermek" veya "meşk etmek" denir. Öğrencileri yetiştirmek açısından hattatlar üç gruba ayrılır: 1)Meşk hocası, 2)Eser vermekle uğraşan hattatlar, 3)Öğrenci yetiştiren, eser veren hattatlar.

Hattatlık bazı kurallara bağlı idi. Hattat olacak bir kişi, ustasının yazılı izni yani icazetnamesi olmadıkça eserlerinin altına imzasını koyamazdı.

Meşklerde, sülüs ve nesih yazıları, bazen ayrı, genellikle de beraber olarak aynı usta tarafından verilirdi. Asıl adı "rika" olan hatt-ı icaze de (icazet yazısı) bu arada öğretilirdi.

Talik ise ayrıca öğrenilirdi ve hocası ayrı idi. Tuğra, divani, dışarıda kullanma yeri olmadığından Divan-ı Hümayun’da öğrenilirdi. Rika da sanat yazısı niteliğini taşımadığından el yazısı olarak önce mekteplerde, sonra da devlet dairelerinde öğrenilirdi. Bundan sonra öğrenciler, hattatlık unvanını almaya hak kazanınca bir icazet cemiyeti kurulurdu. Bir camide yapılan merasimde, yeni hattatın tezhip edilmiş yazısı, zamanın hat üstatlarından meydana gelen bir hat jürisine sunulurdu. Bu hattatlardan bazıları, asıl hocanın izin yazısının yanında kendilerine ayrılan yerde, ayrı ayrı bu icazeti onaylama ve yeni meslektaşlarını tebrik ettiklerini bildirilerdi. Bunlara Arapça yazı yazdırırlardı. Buna "icazet tasdiki" denirdi.

Son devirde hattat yetiştirmek amacıyla Medresetü’l-hattatin adında bir okul 31 Mayıs 1914’te açıldı. Medreselerin kapatılmasından sonra Hattat Mektebi adıyla faaliyet gösteren bu kuruluş, yeni harflerin 1928’de kabulü ile hüsnühat öğrenimine son verdi.