T B/ BABÜR ŞAH

 

BABÜR ŞAH ( 1483-1530 )

Tek başına Türk – Hint imparatorluğunu kuran bir irade…

Küçük ordusu ile, on katı orduları yenen yaman bir komutan…

En büyük kuvvetin "akıl" olduğunu fark eden ince bir politikacı…

Osmanlı İmparatorluğu’nun temel fikirlerini, devletinde başarı ile uygulayan bir Türk…

Şair, tarihçi, fikir adamı, velhasıl büyük bir insan!…

Gazi Zahireddin Muhammet Babür, 1483 yılında, Fergana’nın Andıcan kasabasında doğdu. Baba tarafından Timur soyuna, ana tarafından Cengiz soyuna bağlı idi. Babası bir kazada ölünce, daha 11 yaşında iken tahta çıktı. Fergana Emiri oldu.

Bu yaşta bir gencin tecrübesizliğinden yararlanmak isteyen akrabaları, dayıları, amcaları ayaklandılar… Fergana Emirliği’nde hak iddia ediyorlardı. Babür, bunlarla ayrı ayrı boğuştu. Yendi, yenildi, fakat mücadeleyi ne bıraktı, ne usandı. Yaşının çok üstünde bir bilgi ve maharet gösteriyor, her gün yeni bir savaş, yeni bir başarı ile hem olgunluğunu kanıtlıyor, hem taraftarlarını çoğaltıyordu.

Fakat bir an geldi ki, Babür’le birlikte hareket eden Timur soyundan gelenler, yorgun düştüler. Buna karşılık, boğuştukları Şibanîler kuvvetlendi. Babür, zaferi de yenilgiyi de tatmıştı. Yüzlerce tehlike içinde yaşamış, bunlardan sıyrılabilmiş ve her seferinde bahtının yıldızına inanmıştı. Babasının hüküm sürdüğü bu topraklarda artık huzur kalmamıştı. Tıpkı Selçukiler gibi, tıpkı Osmanlılar gibi, öz yurdunu bırakıp yeni bir vatan aramaya karar verdi.

KABİL’İ KENDİSİNE BAŞKENT SEÇTİ

Topladığı Türk ve Moğollardan oluşmuş bir kuvvetle güneye yöneldi, Hindikuş Dağları’nı aştı ve Kâbil’i ele geçirmeye muvaffak oldu (1504). Bu, tasarladığı büyük devletin ilk merhalesi idi. Kabil’de, bazı adaletsizlikler haksızlıklar yaptılar. Babür, yerli halka iyi davranmayan bu askerlerini -tıpkı Osmanlılar gibi- şiddetle cezalandırdı. Kendi hükümdarlarının çeşitli haksızlıklarını neredeyse kanıksamış bulunan halk, Babür’ün gösterdiği bu adalet karşısında, onu sevdiler ve şiddetle desteklediler.

Babür, Kâbil’i kendisine başşehir seçti. Ele geçirdiği toprakları, askerleri ve komutanları arasında-tıpkı Osmanlıların yaptığı gibi- bölüştürdü. Özbek kılıcından ürküp Semerkant’tan ve öteki şehirlerden kaçan insanları, topraklarında yerleştirdi ve üretime geçirdi. İnce bir politikacı örneği vererek bir taraftan Efganlılarla, bir taraftan Şaybak Hükümdarı Şah İsmail ile ittifak kurup, babasının topraklarında hüküm süren Şaybak Han’ı yendi ve topraklarını Türkistan’a kadar genişletti…

HİNDİSTAN’A 5 SEFER DÜZENLEDİ

Genç Babür Şah artık gözünü Güneye, Hindistan’ın zengin topraklarına dikmişti.1511’de Semerkant ve Buhara’yı ele geçirdikten sonra ordusunu düzenledi, ateş gücünü artırdı ve 4 Şubat 1519’da Sint Nehrini sallarla geçti ve Pencap ve havalisindeki toprakları ele geçirdi.

Hindistan üzerine ayrı ayrı beş sefer düzenlemiştir. Her seferinde karşısına çıkan üstün kuvvetleri yenmiş, küçük ordusu ile büyük orduları dağıtmıştır. 5. seferinde Delhi tahtında oturan İbrahim Lodi’nin yüzbin kişilik ordusu ile karşılaştı. Ayrıca bu ordunun içinde 1000 kadar da fil vardı. Oysa Babür’ün ordusu sadece 13.000 kişi idi.

İbrahim Lodi, askerlerine olduğu kadar, fillerine güveniyordu. Babür ise, tam bir disiplin içinde yetiştirdiği askerlerine ve bir de ateşli silahlarına bel bağlamıştı. Savaş başladı. Ön saftaki filler, Babür’ün askerlerini ilk anlarda bocalattı iseler de Babür’ün topları gümbürdemeye başlayınca filler ürktü ve asker bozuldu. Sultan İbrahim’in dövüşken askerleri, bütün cesaretlerine ve sayılarının üstünlüklerine rağmen, Babür askerlerinin kılıçlarından kurtulamadılar (29 Nisan 1526).

Artık Babür’e, dünyanın en zengin, en esrarlı, en bereketli ülkesi açılmıştı. Savaşta ölen İbrahim Lodi’nin toprakları bundan böyle Babür devletinin sınırları içine girmişti. Babür orduları Delhi’ye, Agra’ya girdi. Artık Türk – Hind imparatorluğu kurulmuş bulunuyordu.

Babür, Hindistan’ın racalar, sultanlar tarafından ezilen halkına, adalet ve şefkatle davranıyordu. Bu tutumu ona büyük başarının yollarını açtı. Fakat ordusu, hem yorgun düşmüş, hem Hindistan’ın iklim şartları askerleri bezdirmişti. Bazı Hind emirleri, çapulcu şeyhler, halkı ayaklandırıyor ve ordunun ikmal yollarını ikide bir tehlikeye sokuyordu. Babür’ün Moğol -Türk askerleri de bu, yağmurları tufana, güneşi cehennem ateşine benzeyen ülkede ilerlemekten bıkmışlardı. Geri dönmek istediklerini Babür Şah’a ilettiler. Babür Şah, -tıpkı İran seferinde Yavuz Selim’in yaptığı gibi- askerlerinin karşısına çıktı ve ateşli bir konuşma yaptı: "Ben size zaferler, ganimetler veriyorum. Siz beni bırakıp gitmek istiyorsunuz. Bunu iyice bilmelisiniz ki, gitseniz bile, ben yalnız başıma burada kalırım ve maksadıma ulaşırım.. “

Konuşması askerlerini uyardı ve tekrar zafer yollarına düştüler. Racalar, Babür’e karşı direniyorlardı. Babür bunların hepsini itaat altına aldı. Ve en büyük güç olan Raçput Hanı Ranâ Sanga üstüne yürüdü. 16 Mart 1527’de Kavna mevkiinde iki ordu karşılaştılar. Babür, sayıca üstün ve dövüşken Raçpu ordusunu üstün strateji ve ateşli silahları yardımı ile yendi ve böylece bütün Hindistan illerinde tam bir egemenlik sağladı.

AYNI ZAMANDA EDEBİYATÇI VE TARİHÇİ İDİ

Babür Şah, sadece bir devlet kurucusu, bir komutan ve yönetici değil, aynı zamanda edebiyatçı ve tarihçi idi. Çağatay edebiyatının tanınmış şairlerindendir. Ali Şir Nevaî’den sonra akla gelir. Türkçe ve Farsça yazmıştır. Çağatay nazım sanatındaki ustalığını şiirlerinde, nesrindeki başarısını da "Babür-name" adı ile kaleme aldığı gezi anılarını ve şeceresini anlatan kitabında örneklemiştir. Babürname, hemen bütün dünya dillerine çevrilmiş ünlü bir eserdir. 25 Aralık 1530’da Agra’da 47 yaşında iken hayata gözlerini yumdu.