HAS
Miktarı yüz bin akçeyi geçen hasılatı temin eden tımarlar hakkında kullanılan bir tabirdir.
Çoğulu "Havas”dır. Osmanlı Devleti’nin fütuhat döneminde arazi tımar, zeamet ve has namıyla üç bölüme ayrılmıştır. Mesela 500 köylü bir sancağın 200 veya 300 köyü ikişer-üçer köy olarak 80-90 tımara ayrılır, hak kazanan askerlere dağıtılırdı. Kalanı zeamet veya has itibar edilerek bundan vezirlere, beylerbeyilere, sancak beylerine ve sair ümeraya hisse ayrıldıktan sonra geriye kalan "Hass-ı hümayun" adı ile devlete bırakılırdı. Bu tımar, zeamet ve haslar, sahipleri tarafından ekilip-biçilir; yalnız aşar, ferağ ve intikalde harçlar ile kanunen tayin olunan resimler tımar ve has sahiplerine verilirdi.
Vezirlerle beylerbeyilere ve diğer ümeraya verilen haslara "havass-ı vüzera" denilmiştir.
Hicri XIII. yüzyıla gelinceye kadar devletin kasasına doğrudan doğruya giren varidat cizye, gümrük, maadin ve memlehalar hasılatından ve bazı devletler ile mümtaz eyaletlerden "maktuaf namıyla alınan vergilerden ibaretti. Varidatın önemli bir kısmını teşkil eden aşar ile bazı rüsum has, zeamet ve tımar namlarıyla vezirlerle ümeraya ve tımar ve zeamet erbabı namı verilen muhariblere terkedilmiş ve bunların dirlikleri, yani geçim vasıtaları olmak üzere kendilerine terk olunan varidat ölçüsünde savaş zamanında asker çıkarmaları kanunla tayin edilmişti. Devlete ait olması lazım gelen vergi ve rüsum, bunlardan başka diğer çeşitli hizmetler erbabına da tahsis olunmuştur.
Has, zeamet ve tımar gerçekte aynı şey olduğu halde sahiplerine sağladıkları gelire göre isimler alıyordu. Yıllık yüz bin akçeyi geçen dirliğe "has", yirmi binden yüz bine kadar olana "zeamet", binden yirmi bin akçeye kadar olana da "tımar" adları verilmiştir.
Tımarlar, I. Murad döneminde (1367) tımar ve zeamet olmak üzere ikiyi ayrılmıştır. Bu ayrımda küçük bölüme tımar, büyükçe bölümüne zeamet adları verilmiştir. "Has" daha sonraları ortaya çıkmıştır.
Padişahlar ile şehzadelerin hasları olduğu gibi vezirlere ve ümeraya da has verilir ve eyalet paşalarının hassı bir buçuk milyon, sancak idaresine memur olanların hassı da beş yüz bin akçeye kadar çıkabilirdi.
Bir büyük görevli sancağa çıkarsa en az iki yüz bin akçe dirlik verilirdi. Bunların yaptığı görevler icabı değişen dirlik miktarlarını kanun tayin etmiştir. Yeniçeri ağası beş yüz bin; nişancı, defterdar, mir-i alem dört yüz elli bin, kapıcı başılarla büyük mirahur dört yüz bin; çaşnigir başı, çadırcı başı, müteferrika başı üç yüz elli bin; küçük mirahur üç yüz otuz bin; sipahi oğlanları ağası üç yüz bin, silahtar başı iki yüz seksen bin, sağ ulufeci ağası, sekban başı, defter kethüdaları, tımar defterdarları, yaya beyleri zeameti elli binden ziyade olanlar iki yüz akçe ile sancağa çıkardı. Dirlik, kıdeme, gösterdiği liyakate göre artardı. Bu gelirler, sonraları azalmıştır.
Bunlardan veyahut terfi edenlerden herhangi birinin memur edildiği sancağın hassı fazla ise, fazlası "mevkufçu" tarafından devlet hesabına zapt ve idare edilir veyahut yeniçerilikten ve bölükten sipahiliğe çıkanlara tımar olarak verilirdi.
Memleketin bir kısım yerlerinin mahsulatı hükumet hesabına irade edilerek tımar teşkilatı yapılmadığı için oradaki beylerbeyiler ile sancak beylerine ve askeri tayfasına has ve tımar yerine "salyane" verilirdi. Salyane verilen eyaletler Mısır, Bağdat, Yemen, Habeş, Basra, Lihsa, Cezayir-i Garp, Trablusgarp ve Tunus’tu.
Has sahibi olan eyalet paşaları ve sancak beyleri, sefer sırasında kaç yüz bin akçe hassı var ise, Anadolu’da her üç bin ve Rumeli’de her beş bin akçesi için bir cebelü yani silahları mükemmel ve kendisi savaşa muktedir bir süvari götürmeye mecburdular. Bununla beraber paşalar ve beyler barış zamanında da "daire halkı" adı ile maiyetlerinde bir askeri kuvvet bulundurur, memleketin düzenini bunlarla sağladıkları gibi sefer sırasında bütün daireleri halkıyla giderek kanunen sevke mecbur oldukları askerin birkaç mislini seçerlerdi.
Has, sadece eyalet valilerine veya sancak beylerine değil, başşehirdeki vezirler ile defterdar, nişancı gibi yüksek görevlilere de verilirdi. Bu gibiler genellikle haslarını mahallinde, kendi yakınları olan "ümera" vasıtasıyla tahsil ettirirlerdi.
Has, mansıb ile kaim olduğu halde zeamet ve tımar evlada da intikal edebilirdi ki üçü arasındaki fark bundan ibarettir.