TB/ HÜLAGU HAN

 

HÜLAGU HAN ( 1217- 1265 )

Dedesi, Cengiz Han; babası Cengiz Han’ın en küçük oğlu Tuluy’dur.

1217’de doğdu.

Tarihe bu kadar çapraşık sıfatlarla girmiş hükümdar az bulunur. Onun için tarihler, "Kan dökücü, kıyıcı, amansızdır", derler. "Mülkün ihyası için büyük bayındırlık hareketlerine girmiş, şehirler kurmuş, kurulu olanları onarıp geliştirmiştir" derler. "İlme tutkundu, bilim adamlarını sever, onları arkalar, sarayında bilim sohbetleri düzenlerdi" derler. "Taa Bizans’tan astronomi bilginleri getirmiştir. Kendisi de astronomi üstünde geniş bilgisi olan bir hükümdardı" derler… Bu kadar birbirine zıt düşen işleri nefsinde toplamış bir başka hükümdar göstermek kolay değildir.

Ağabeysi Büyük Kağan Mönke, küçük kardeşi Hülâgû’yu 1254’de Bağdad’daki İslâm Halifesi ve Alamut’da yerleşen İsmailiye mezhebine karşı savaş vermek üzere İran’a gönderdi. Hülâgû, İran-Moğol devletinin, öteki adı ile, İlhanlılar’ın kurucusu oldu.

CENKLERDE BÜYÜK USTALIĞI VARDI

Hülagu, ağabeysi Mönke’nin yanında iyi yetişmiş, cenk oyunlarında ve yönetimde ustalığı ve becerikliliği ile tanınmıştı, işlerinde kusuru olanlara karşı insafsızdı. Yasayı bozanlar, kim olursa olsun kılıçtan geçirilirdi. Alamut Kalesi’ne yerleşen İsmailiye mezhebine bağlı insanlar, ne İslâm Halifesi’ni, ne Moğolları dinliyorlar, bir başlarına yaşıyorlardı. Saklandıkları kale çok sağlamdı ve kıyasıya dövüşmekte idiler.

Hülâgû, ilk iş olarak İsmailiyelilere saldırdı. Kaleyi kuşattı. Kale çevresindeki köyleri yakıp yıktı, yaşayanları kılıçtan geçirdi. Geçtiği yollardan, kan dereleri akıyordu. Alamut, uzun bir direnmeden sonra düştü. Ağabeysinin verdiği görevlerden biri yerine gelmiş ve İsmailiyeliler meselesi ortadan kalkmıştı.

Bu defa, Bağdad üzerine yöneldi. Abbasi Halifesi Mutasım Billah’ın ordularını param parça etti. Bağdad’ı kuşattı. Halife, hiçbir çare kalmadığını görünce, Hülâgû’ya bir "Sultan" unvanı vererek işin içinden çıkmayı tasarladı. Halifeliğine güveniyordu. Hülâgû’ya, karargâhına gelip kendisini ziyaret edeceğini haber verdi. Hilafetin kudsiyetini göstermek için de Hz. Peygamber’in hırkasını sırtına giydi. Başına, ipekli bir sarık sardı. Oğullarını, Abbasi sülâlesine mensup ailesini yanına aldı. Bağdad’ın ileri gelenleri ve bilginlerini de haşmetli bir kafile halinde arkasına takıp büyük ve gösterişli bir törenle Hülâgû’nun ordugâhına gitti.

Hülâgû, bütün bu tantanalı alayı gülümseyerek seyrediyordu. Mutasım Billah çadırının önüne gelince, askerler bir anda üzerlerine çullandılar ve hepsini kılıçtan geçirdiler (1258). İslâm dünyasının en önemli kişileri böylece, görülmemiş bir biçimde yok oldular. Bundan sonra Abbasiler devri kapanmış ve Arap imparatorluğu bu suretle ortadan silinmiştir.

Mutasım Billah’ın yeğeni, bu törene dahil olmadığı için, kaçmaya muvaffak oldu. Bundan sonra Hilâfet, Mısır’da, devlet gücünden yoksun, sade bir "Din reisliği" olarak yaşamış ve Osmanlı Hükümdarı Yavuz Selim’in Mısır’ı ele geçirmesiyle Hilâfet, Osmanlılara intikal etmiştir.

Hülagu, daha sonra Suriye’ye geçerek Akdeniz’e kadar uzanan bütün toprakları ülkesine kattı. Böylece, Amu – Derya ve Kafkaslardan Akdeniz’e kadar geniş bir imparatorluk kurdu.

Gerek 50 gün süren Bağdad kuşatması sırasında gösterdiği kıyıcılık ve gerekse Halife Mutasım ve kendisiyle birlikte götürdüğü ailesine karşı giriştiği insanlık dışı katliam, Hülâgû’nun, İslâm dünyasında kan dökücü olarak anılmasına sebep olmuştur. Osmanlı şairi Nedim bile bir şiirinde;

"Tahammül mülkünü yıktın,

Helagü, Han mısın kâfir!

Bütün Dünyayı Yaktın,

Ateşi suzan mısın kâfir!"

Diyerek İslâm dünyasının bu duygusuna tercümanlık eder.

HER ÇEŞİT BİLGİYE MERAKLI İDİ

Hülagu, Bağdad’ı aldıktan sonra, sarayına birçok bilginleri, şairleri, fikir adamlarını toplamış ve yeni bir uygarlık ateşi tutuşturmuştu. Kendisi de astronomi ve kimya ile uğraşıyordu. Her çeşit bilgiye meraklı idi. Merage’de bir rasathane yaptırdı. Bilginleri toplayarak ilim akademileri kurdu. Hastaneler açtı. Aladağ’da saraylar, Huy’da camiler inşa ettirdi.

Tebriz şehri, onun zamanında bir bilim merkezi haline dönüştü. Şöhreti o kadar yayıldı ki, Tebriz şehrine dünyanın uzak ülkelerinden, hatta Bizans’tan, astronomi, kozmografya ve kimya öğrenmek için öğrenciler geliyorlardı.

1265’de öldüğü zaman, sadece 48 yaşında idi. Kafası ile bir Rönesans adamı, kılıcı ile bir cellâttı. Ardında koskoca bir imparatorluk bırakarak tarih sayfalarına gömüldü.