YAZ / BAYRAMLAR

BAYRAMLAR

Herkesin bayramla ilgili çok güzel anıları vardır. Benim olmaması mümkün mü?
Hani söze başlarız: “ Ah o eski bayramlar” diye…
Evet, ah o eski bayramlar…
Ailece her bayram Biga’ya giderdik. Her bayram… Genellikle arife günü dedemin yanında olurduk.
Ali dedem, bembeyaz saçlı, mavi gözlü, şeker mi şeker bir erkek.
Sariye anneannem, siyah saçlı, siyah gözlü, hafif tombik tatlı mı tatlı bir kadın.
Biga’daki ev…
Cumbalı, ahşap, iki katlı ev… Giriş kapısı çok ilginç… Kapının kilidine bir ip bağlanmış, ip kapının dışına bir delikten çıkıyor. İpi çekip rahatça eve girebiliyorsunuz. Kapı, ev sahipleri gezmeye giderken kilitleniyor, bir de geceleri… Ev halkından herhangi biri evde ise kapı, her gelene açık…
Kapıdan girdiğiniz gibi geniş bir sofa var. Burada yemek masası, portmanto, buzdolabı ve yere gömülmüş su küpü bulunuyor.
Hiç yere gömülmüş su küpünden su içtiniz mi? Buz gibi olur.Tahta kapağı kaldırırsınız, maşrapayı küpe daldırırsınız ve bardağınıza nefis bir su dökersiniz…
Sofaya açılan iki kapı var. Birinci kapı, sağda, oturma odası…
Oturma odasının sağında duvardan duvara uzanan bir sedir var… Sedirin karşısında duvardan duvara uzanan bir gömme dolap.
Oturma odasının rengi açık yeşil… Gömme dolap ve tavan açık yeşile boyanmış… Duvarlar beyaz kireç…
Oturma odasının hemen yanındaki kapı mutfak kapısı… Telli dolaplı mutfak… Mutfaktan merdivenle arka bahçeye çıkılıyor.
Arka bahçede iki tane kuzine var. Hani o eski sobalardan… Hem su ısıtırsın, hem fırın olarak kullanırsın.
Bahçenin en ilginç aksesuarı tulumba… Ne severim tulumbadan su çekmeyi… Tulumbanın hemen yanında bir tuvalet.
Kuzinenin yanından merdivenle üst bahçeye çıkıyorsun. Buraya çamaşır asılıyor.
Sofadan beş merdivenle üst kata çıkıyorsun. Beş merdivenden sonra kaşına gelen ilk kapı banyo.
Banyonun yanından merdivenler devam ediyor. Üst kattayız.
Üst katta geniş bir sofa ve bu sofaya açılan 3 büyük oda ve bir büyük tuvalet var. Odalardan biri misafir odası, ikisi yatak odası…
Üst katın tavanları da yeşile boyanmış tahtta ve duvarları beyaz kireç.
Yatak odalarından biri dedemlerin, diğeri dayımların.
Evden bu kadar bahsettikten sonra artık ev halkına geçelim.
Evde 6 kişi yaşıyor. Dedem, anneannem, Kemal dayım, Gülşen yengem, dayımın kızları Gülden ve Nilden. Kemal dayım dedemin en küçük oğlu.
Hemen yandaki bina Hüseyin dayımlara ait. Dedem, Kemal dayımla oturuyor.
Her yaz, doya doya bu evde kaldım. Çocukluğumun her bayramı bu evde geçti… Ev halkına binlerce teşekkür, bizden güzel sevgilerini, hoşgörülerini esirgemedikleri için.
Arife günü mutlaka Biga’da olurduk… Evde hummalı bir çalışma… Kimisi temizlik yapıyor, kimisi yemek. Gülşen yengem temizliği, anneannem yemeği üstlenmişlerdi. İş paylaşımı böyleydi. Yarının zeytinyağlıları, sıcakları, tatlıları arife gününden hazır edilirdi.
Arife günü heyecandan uyuyamazdım. Genellikle Gülden ile aynı yatakta yatardık, ha bir de kırmızı rugan pabuçlarım ve beyaz kilotlu çoraplarım. Elbiselerimiz de mutlaka karşımızdaki etejerin üzerinde dururdu.
Sabah kalktığımızda nefis bir kahvaltı bizi bekliyor olurdu. Fırından yeni çıkmış pide… Ali dedem pidenin üzerine tereyağ sürmüş, mis gibi… İstersen üzerine bal da sür.
Ali dedemin en büyük zevki, sabahları pide üzerine tereyağ sürüp tek tek hepimize vermekti.
Bu nefis kahvaltıdan sonra hemen sofra toplanır ve giyinme faslına geçilirdi. Herkes bayramlıklarını giyer ve bayramlaşma başlardı.
Tek tek eller öpülür ve bayram harçlıkları alınırdı.
Bu harçlıkları ne güzel şeylere harcardık. Mesela bir külah şekerli leblebi veya artist resimli sakızlar alabilirdiniz.
Bayramlarda ve diğer günlerde dedemi düşündüğümde aklıma gelen çok güzel bir anı daha var. Dedim sevmediği bir politikacı vardı. Nedense ona çok takmıştı. Giderdim, kulağına:
-Dede… ölmüş, biliyor musun, derdim…
Dedem hemen bana bir sade Uludağ gazozu ısmarlardı. Hiç içtiniz mi? Ne güzeldir. O zaman daha güzeldi. Kokusu hala burnumda, tadı hala damağımda… Ama illa dedem ısmarlayacak… Bazen çok sevinir, bir kasa gazozu eve yollardı. Bazen söylediğimizi duymazdı… Ha bu arada dedem sağırdı, kulaklık kullanırdı. Duymadığı zamanlarda kulaklığının sesini açar:
-Bi daha söyle bakayım, der ve ardından.
-Çok yaşa sen e mi, der ve gülmeye başlardı.
Aslında onu kandırıyorduk; ama bu bilgi onun çok hoşuna gidiyordu. Her sefer de bizi kırmaz, gazozumuzu ısmarlardı. Herhalde bize bir şeyler ikram etmek için bir bahaneydi bu.
Sabah herkes bayramlaştıktan sonra dedem yaşlı olduğu için bir çok misafir gelirdi… Umurumuzda değildi. Bizi ilgilendiren ayağımızdaki rugan pabuçlarımız, elimizdeki şekerli leblebilerimizdi.
Akşam üstü biz de ziyaretlere giderdik. Halama, annemin halasına ve nicelerine… Öğlen yemeği, akşam yemeği saatleri birbirine girerdi.
Bayramın son günü İstanbul’a dönüş ve özlemlerin yeniden başlaması…
Artık her bayram Biga’ya gidemiyorum… Ne oldu bana bilmiyorum… Hislerimin adı ve sanı yok… Dedem yok, anneannem yok… Cumbalı ev yok… Velhasıl geçmişin güzel hiçbir şeyi yok…
Dedim ya… Dedem vardı, anneannem vardı, sade gazoz vardı, bayram vardı ve ben çocuktum…

Anı Defterim-Karalamalar, 2002