HALİT ZİYA UŞAKLIGİL (1866 – 1945)
Türk edebiyatında romanın başladığı yer… Türk romancılığının babası… Batı romanlarının temel öğesi olan dram fikrini yakalamış, kullanmış ve bir eldiven gibi Türk toplumuna giydirmiş bir büyük yazar… İstanbul’da, Eyüp’te doğdu (1866). İzmirli bir ailenin İstanbul’da doğmuş çocuğudur. Babası, ticaretle uğraşan Hacı Halil Efendi’dir. Halil Efendi Farsça biliyor, eski edebiyatı seviyordu. Mahalle mektebinde ilk öğrenimine başlayan Halit Ziya, daha sonra, Fatih Askerî Rüştiyesi’ne devam etmeye başladı. 1877 Türk-Rus savaşı sırasında babasının işleri bozulunca, o da ailesi ile birlikte İzmir’e gitti, İzmir’de, dedesi Hacı Ali Efendi’nin konağında, bol kitap arasında yaşadı. Fransızca öğrendi ve çeviriler yapmaya başladı.
PARİS İZLENİMLERİNİ İSTANBUL’DA VAKİT GAZETESİNDE YAZDI
İzmir Rüştiyesi’nin son sınıfında iken bir avukatın yanında çalışmaya başladı. Fransızca’sını ilerletmek istiyordu, bunun için de Katolik rahiplerinin yönettiği bir okula girdi. Edebiyat kültürünü bu okulda yapmıştır. Burada bütün Fransız klasiklerini okudu, çağdaş Fransız edebiyatını öğrendi ve ufak tefek yazılar yazmaya başladı.18 yaşına gjrdiği yıl iki arkadaşı ile birlikte "Nevruz" adlı bir dergi yayınlamaya başladı. Bu dergide çıkan "Genç Kız" adlı bir hikâyesi, büyük romancı Halit Ziya’yı gelecek kuşaklara haber veriyordu. Bu arada banka memurluğu ve öğretmenlik yapıyordu. Başka iki arkadaşı ile birlikte "Hizmet" adlı bir gazete kurdu ve burada yazılarını sürekli olarak yayınlamaya başladı… "Sefile", "Nemide", "Ferdi ve Şürekâsı", "Hizmet" gazetesinde yayınlanmıştır.
Bu arada bir fırsat çıktı ve Paris sergisine gitti. Paris’teki izlenimlerini İstanbul’da Vakit gazetesine yazıyordu. Talihinin dönmesi, Tütün Rejisi tercüme ve istihbarat memuru olarak İstanbul’a atandıktan sonradır. Servet-i Fünun dergisi yazarları arasına katıldı (1892). Halit Ziya’nm en büyük romanlarından biri olan "Mai ve Siyah" Servet-i Fünun’da yayınlanınca, herkes büyük bir romancı ile karşı karşıya olduğunu fark etmekte gecikmedi. Resimli olarak kitap haline gelince, bütün Osmanlı ülkelerinde adı bilinen bir edebiyatçı oldu. Artık Servet-i Fünun denince, şiirde Tevfik Fikret, düzyazıda Halit Ziya hatırlanıyordu.
ROMANLARINDA KAHRAMANLARINI YAŞADIĞI TOPLUMDAN SEÇTİ
‘Mai ve Siyah’tan sonra ‘Kırık Hayatlar’ ve ‘Aşk-ı Memnu’ adlı romanları birbiri ardından çıktı. Bu iki dev eser, Halit Ziya’yı, edebiyatta geçilmez bir kale haline koymuştu. Ayrıca sürekli olarak hikâyeler yazıyor ve hikâyelerinde özellikle küçük insanların hayatını işliyordu.
1908 devriminden sonra 1909’da Sultan Reşad’ın Mabeyn Başkâtipliği’ni yaptı. Üç yıl kadar kaldığı bu görevden, Ayan azası olarak ayrılmış, parlamentoya katılmıştı. Fakat bir sürere sonra bu görevden istifa ederek ayrıldı. Üniversitede hocalık yaptı ve sonra köşesine çekilerek 1945 yılına kadar, hatıralarını yazarak, eski romanlarının dilini düzelterek oyalandı ve 1945 yılı martında Yeşilköy’deki köşkünde dünyaya ve insanlara veda etti.
Halit Ziya, günümüze kadar gelmiş romancıların en büyüğüdür. Romanı, biçim ve ruh açısından Türkiye’de o başlatmış ve günümüze kadar biçimde getirdiği çizgi aşılamamıştır. Paul Bourget’nin tavrını benimseyen Halit Ziya, içinde yaşadığı büyük şehirlerin olaylarını bu açıdan değerlendirmiş ve kusursuz bir romancı gibi davranarak konuyu kurmuş ve işlemiştir, insan karakterleri üzerindeki yorumlarında Paul Bourget kadar başarılıdır. "Kırık Hayatlarda, anlatım ve yorum, edebiyatın zirvesine ulaşır. Halit Ziya’nm romanda hiçbir yanılgısı yoktur. Fakat çağını değerlendirirken yaptığı bir yanılgı, bütün romanlarının ve hikâyelerinin temel taşlarını oymuştur. Halit Ziya, Osmanlı İmparatorluğu’nun öyle bir çağında yaşıyordu ki, aklı başında olan insanlar, ümitsizler, karamsardılar.
Halit Ziya da bunlardan biri idi. Abdülhamid’in devlete egemenliğini öyle sağlam görüyordu ki başka bir dünya tasavvur etmesine imkân yoktu. Sanat tezgâhını kurarken, ya Jön-Türkler in yaptıkları gibi savaşçı olmayı göze alacak, ya da bu çerçeve içindeki toplumun sanatçısı olmayı kararlaştıracaktı. Halit Ziya, yaşadığı toplumun sanatçısı olmaya karar verdi.
Onun için bütün romanlarının kahramanları, konaklardan, saraya yakın çevreden seçilmiştir. Onun için dili, koyu Osmanlıcadır. Onun için küçük adamların, sokaktaki adamın dramına eğilmemiş, onları işlememiştir. Oysa okuduğu Fransız romanlarında bunlar vardı. O da bunları işlese, saraya ters düşecek, sonsuz güçlüklerle uğraşmak zorunda kalacaktı. Bunu göze alamadı. Çevresindeki elemanlarla bir dünya kurdu ve bu dünyayı büyük bir sanat ve ustalıkla işledi. Başarılı idi. Alkışlanıyor, beğeniliyordu. Bir sanatçı için de bunlar lâzımdı.
MEŞRUTİYETTEN SONRA ESKİ YAZDIKLARINI SADELEŞTİRMEYE ÇALIŞTI
Fakat 1908 Meşrutiyet hareketi başarıya ulaşınca, yeni bir toplum, yeni bir edebiyat doğdu. Halit Ziya’nm anlattığı şeyler birdenbire eskidi. Eskiyen sadece anlattığı insanlardı ama, o insanlarla birlikte dili de, toplum açısı da eskimişti. Onun için hayatının sonuna kadar eski yazdıklarını sadeleştirmeye çalıştı. Yeniden yazamıyordu. Çünkü yazarsa, ya yeni toplumu yazacak, eski yazdıklarına ters düşecekti, ya da eski görüşüne bağlı kalacak ve söyleyecek bir şey bulamayacaktı, işte Halit Ziya Uşaklıgil gibi büyük, çok büyük bir romancı, kendi dramı içinde hayata veda etti 11945 .
Halit Ziya dünya edebiyatını bir Balzack’ı, bir Paul Bourget’si olabilirdi. Sağlam bir romancı kumaşı vardı. Fakat yaşadığı çağın bahtsızlığı, onu bizim Blazack’ımız bizim Paul Bourget’imiz yapmıştır.