PATRONA AYAKLANMASI
İstanbul’da, Sultan III. Ahmed’i ve sadrazam Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’yı iktidardan uzaklaştıran ayaklanmaya verilen ad (28 Eylül 1730).
Patrona ayaklanmasında çeşitli sebepler arasında siyasi, ekonomik, sosyal, idari ve ahlaki sebepler sayılabilir. Siyasi sebepler, Damad İbrahim Paşa’nın iktidara geldiği 1718 yılına kadar uzanan görüş ayrılıklarıdır. İbrahim Paşa süratle yükselerek veziriazam olunca, elde ettiği mevkii talihsiz bir yenilgi ile elinden kaçırmamak için, Osmanlı Devleti aleyhine gelişen Avusturya savaşına son verecek barışçı bir politika izlemeye başlamıştır. Bunun sonunda da gelenekçi ve savaşçı Osmanlı ileri gelenleri ile çelişkiye düşmüştü. İmzalanan "Pasarofça Antlaşması" ise Tamışvar ve Belgrad gibi imparatorluğun en önemli bölümlerinin elden çıkışını belgelediğinden halk arasında hoşnutsuzluk doğurmuştu. İbrahim Paşa, bu hoşnutsuzluğu gidermek ve İran’ın iç işlerindeki karışıklıktan da yararlanarak Doğu seferi açmak zorunda kaldı. Bu sefer, Şah Eşref’le "Hemedan" anlaşmasının imzalandığı tarihe kadar başarılı geçti. Ancak Şah Tahmasb’ın ve Nadir Ali Han’ın İran’da iktidarı ele aldıkları zaman durum değişti. İran orduları terk ettikleri toprakları geri aldılar. Osmanlı halkı bu yenilgilerin telafisi için padişahın ve sadrazamın sefere çıkması gerektiği arzusunu belirtince ve bu istek camilerde kürsü şeyhleri tarafından dile getirilmesiyle İbrahim Paşa istemeyerek de olsa "sefer-i hümayun"u açmak zorunda kaldı. Ordunun Üsküdar’da konağa geçmesinden uzun bir süre geçtiği halde, Doğu serhaddine doğru yönelmemesi sadrazama karşı çeşitli sebeplerle beslenen düşmanlığı ortaya çıkardı. Ekonomik sebeplere gelince, imparatorlukta bir süreden beri devam edegelen savaşların meydana getirdiği mali sıkıntılar halkın tahammül edemeyeceği raddeye ulaşmıştı. Bir yandan "imdadiyye-i seferiyye ve hazeriyye" adlı ağır vergiler, bir yandan devletin gelir kaynaklarından olan mukaataaların malikane haline konarak satılmaları köylü ve çiftçi tabakayı iyice daraltmıştı. Buna karşılık III. Ahmed’in sarayı ile hükumet büyüklerinin aşırı harcamalarını karşılamak için durmadan alınan yeni tedbirler Hazineye gerekli parayı sağlamakta ise de, halk tabakaları arasında iktidarda olanlara karşı duyulan kin ve düşmanlığı bir kat daha arttırıyordu. Ordu ve mülkiye teşkilatında açık kadrolar Hazineye alındığından, bu birikimin gelirlerini kullanan yeniçeri, sipahi, kapıkulu, hacegan ve ehl-i cihad da hükumete karşı olmaya başlamıştı. Esnaf loncalarının da ağır vergilerden başka, sayıca çoğalmaları taşradan gelenlerle İstanbul esnafı arasında sürtüşmelere yol açmıştı. Her yeni loncanın kuruluşu Hazineye iyi bir gelir sağladığı halde, diğer bir esnaf teşekkülünün pazar sahasını daralttığından, esnaf arasında da büyük hoşnutsuzluk sürmekte idi.
İbrahim Paşa’nın sadaret dönemi Osmanlı toplumunun Avrupa ve özellikle Fransa kültüründen açıkça etkilendiği bir dönem olmuştur.Matbaanın resmen kabulü, Doğu ve Batı dillerinden tercüme faaliyetleri, sarayda ve şehirde yeni kütüphane ve medreselerin kuruluşu, seramik, kağıt, kumaş fabrikalarının tesisi, yeniçeri ocaklarında düzenlemeler, bu arada iki itfaiye teşkilatının meydana getirilişi bu devrin müspet faaliyetlerinden olmuştur. Ancak İstanbul’u güzelleştirmek amacı ile girişilen saray, konak, yalı, bahçe inşaatı yöneticileri aşırı bir lüks ve safahata yöneltmiş, bu da para ve geçim sıkıntısı çeken sade halk ile büyük bir çelişki içine düşmesine sebep olmuştur. Toplumun o tarihe kadar görmediği serbestlik, toplum yaşayışındaki eski kuralları bir yana bırakan laubalilik, dini çevrelerde, geleneklere bağlı olanlarda da büyük bir hıncın birikimini sağlamıştır.
Köylüsünden kentlisine, yeniçeri subayından Divan-ı Hümayun haceganına kadar bütün toplum tabakalarını karşısına alan, siyasi ve askeri faaliyetleri başarısız olan İbrahim Paşa iktidarı, padişah III. Ahmed’in sempatisine, hükumetin kilit noktalarına getirdiği damad, yeğen, torun vb. akraba ve yakınlarının desteğine dayamıştı. Kendisine rakip olabilecek vezir ve idarecileri ise İstanbul’dan padişahın çevresinden uzaklaştırıyordu. Bu durumda Osmanlı bürokrasisini de karşısına almıştı. Dayanağı olan akraba ve yakınları arasında da çekişmeler bulunduğu kadar, kendi mevkiine göz dikenler de vardı.
İbrahim Paşa, toplum tabakalarının bütün hoşnutsuzluklarına rağmen devletin gelirlerini başta padişah olmak üzere akraba ve yakınlarına cömertçe harcadığı halde, yine de onları kendi liderliği altında, sıkı bir disiplin içine alamamıştı. İşte Patrona Halil Ayaklanmasını hazırlayan ortam böyle meydana geldi. İbrahim Paşa tehlikeli olmaya başlayan adamlarından Bostancıbaşı Sivaslı Ömer Ağa’yı İstanbul’dan uzaklaştırdı ise de, iki damadı, kaptan-ı derya Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın torunu Kaymak Mustafa Paşa ile sadaret kethüdası Mehmed Paşa arasındaki geçimsizliğin getireceği sonucu göremedi. Mustafa Paşa, zeki, anlayışlı ve muhteris bir kimse olarak kayınpederinin makamına göz dikmişti. İbrahim Paşa’nın Mehmed Paşa’yı tercih etmesi de Mustafa Paşa’nın İbrahim Paşa’ya duyduğu minneti yok etmişti. Sefer-i hümayun sebebiyle İstanbul kaymakamlığına getirilince de planlarını uygulamaya fırsat bulmuş oldu.
İstanbul halkı, askeri ile esnafı böyle bir ihtilal ortamına girmiş bulunuyordu. İhtilalin hazırlığını, önceden tanıdığı ve bir cinayetten dolayı Galata voyvodası tarafından idama mahkum edilerek ölümden kurtardığı Patrona Halil’e verdi. Öte yandan halkın dini hislerini kamçılamak ve onları ihtilale yardımcı kılmak üzere Ayasofya şeyhi İspirizade Ahmed Efendi’yi temin etti. Bu arada o günlerde sadece müverrih Raşid Mehmed Efendi’nin hatırı için görevinden alınan İstanbul Kadısı Zülali Hasan Efendi de kendiliğinden hazırlık komitesi içine girdi. Patrona-i hümayunda bir süre levendlik ettiği için "Patrona" diye tanınan ve o tarihe kadar ufak disiplinsizlik olaylarına, Niş ve Vidin yeniçeri ayaklanmalarına katılarak daima olumsuz davranışlar içinde bulunmuş olan, kaptan-ı derya Abdi Paşa ve Mustafa Paşa tarafından iki kere hayatı kurtarılan Patrona Halil, bu iki din adamı yanında Musli Beşe ve Emir Ali’yi de yanına alarak, yapacakları hareketin düzenlemesini tespit ettiler. Mustafa Paşa ise Yeniçeri Ağası Hasan Ağa ile anlaştı, sefere katılmayıp İstanbul’da kalan birlikleri hareketin dışında bırakmayı başardı. Kendi emrindeki Tersane-î Amire ve donanmaya mensup askerlere de padişahla emri olmadıkça ihtilale karışmamaları emrini verdi.
Ayaklananlar, 25 Eylülde aldıkları talimata göre 28 Eylül Perşembe günü, sözde şeriatın hükümlerini uygulamak gerekçesiyle Bayezid Camii’nin kaşıkçılara açılan kapısı önünde toplanmaya başladılar. Üç ayrı koldan çarşıya girerek hem çarşıyı kapattırdılar, hem de esnafı açtıkları bayrak altında toplamaya başladılar.
Çarşıdan çıkan üç kol da büyüyerek Bahçekapı’ya inip oradan Divan yoluyla Et Meydanı’na ulaşarak burada yeniçeri ortalarıyla birleşmek üzere ilerlediler. Yeniçeriler önce aldıkları talimat gereğince harekete katılmak istemediler ise de, Patrona Halil’in ikna gücü sonunda, kışla kapılarını açarak asilerle birleştiler.
Şehirde bu gelişme olurken padişah ve devlet erkanı Üsküdar’da Hatice Sultan’ın sarayında bulunuyorlardı. İstanbul’un güvenliğinden sorumlu bulunan kaymakam ve kaptan-ı derya Mustafa Paşa ise ayaklanma sabahı erkenden Çengelköy’deki yalısına çekilmişti. Hükumet, ayaklanmayı kethüda Mehmed Paşa’nın şehre inmesiyle öğrendi. Durumu Mustafa Paşa ile yeniçeri ağası Hasan Ağa’ya duyurdu. Fakat bunların her ikisi de şehre indikleri halde asilere karşı ciddi güvenlik tedbirleri alamadılar. Hasan Ağa, konağının yağmalanacağını haber alarak hemen Üsküdar’a geçtiği gibi, Mustafa Paşa da herhangi bir tedbir almadan iki yüzlü politikasını yürütmek üzere, padişahın maiyyetinde yer almıştı.
Olay, Üsküdar’da duyulunca padişah kararsız kaldı. Damad İbrahim Paşa’nın şiddet kullanılması teklifini Rumeli kazaskeri Paşmakçızade Abdullah Efendi’nin ve ablası Hatice Sultan’ın tavsiyeleri üzerine kabul etmedi. O gece iktidarı oluşturan vezirlerini, devlet büyüklerini ve ulemayı yanına alarak denizden yalı köşküne geçti ve saraya döndü. Padişahın ve hükumetin aciz tutumu ertesi Cuma günü ayaklanmanın yayılmasına ve asilerin şehre hakim olmasına yol açtı.
O gün "Acemi Oğlanları" ve "Eski Odalar" da asilere katılmakla yeniçeri kazanları ortaya çıktı ve ayaklanmanın şekli değişti. Hariç müderrislerinden İbrahim Efendi asilere katılmakla İstanbul kadısı oldu. Ayaklanmanın elebaşılarının isteklerine uygun fetvalar vererek ihtilali meşru hale getirdi. Asiler Nişli Kel Mehmed Ağa’yı kendilerine yeniçeri ağası, Murtaza Ağa’yı sekbanbaşı, Mustafa Ağa’yı da kul kethüdası yaptılar. İbrahim Ağa sipahilere, Mehmed Ağa da silahdarlara ağa olmakla teşkilatlarını tamamladılar. Sarayda o gün yapılan toplantıda, İbrahim Paşa, yine eski tekliflerini ileri sürmüş, elebaşılardan saydığı Zülali Hasan Efendi’yi yakalatmak zorunda kalmıştı. Bu defa yatıştırma fikrine kazasker İmamzade Mehmed Efendi karşı çıkmıştı.
İbrahim Paşa, gittikçe yalnız kaldığını hissetmekle suçlu olarak damadı Mustafa Paşa’yı gösteriyor ve idamını istiyordu. Sultan III. Ahmed bir iddia üzerine Mustafa Paşa’yı görevinden aldı ve kaptan-ı deryalığa kendi damadı Abdi Paşa’yı tayin ederek tersane kuvvetlerini asilere karşı harekete geçirmek üzere onu görevlendirdi. Bu sırada asilerle temas eden Haseki Ağa, başta sadrazam İbrahim Paşa, şeyhülislam Abdullah Efendi, kethüda Mehmed Paşa, olmak üzere 37 kişinin kendilerine teslim edilmesini istedikleri haberini getirdi. Bu listede Mustafa Paşa’nın adının bulunmaması ayaklanmanın teşvikçilerinden olduğunu ortaya koydu. Mustafa Paşa derhal öldürtüldü. Abdi Paşa tersaneye geldiğinde asilerin duruma hakim olduklarını görünce, görevinde bırakılmak şartıyla, onlara katılmıştır. Bu sırada ilmiyye ricalinin de ihtilalcileri teşvik ettikleri görüldü. Abdi Paşa’dan beklenen hizmet gerçekleşmeyince, ulema da ayaklananların yanında yer alınca, sarayın su yollarının kesilmesi, yiyecek sıkıntısının kendini göstermesi ve bostancıların asilere karşı silah çekmekten kaçınmaları karşısında III. Ahmed daha fazla direnmedi. Listede adı yazılı olanlardan mal beyanlarını aldıktan sonra, 1 Ekim gecesi bunları idam edilmek üzere bostancıbaşına teslim etti. Ancak bu idamlarla asiler yatışmadılar. Sıra Osmanlı Devleti’ndeki isyan hareketlerinde sürekli görüldüğü gibi padişahın hal’ine gelmişti. Bundan sonraki maksat can güvenliklerini sağlamak ve ileride Sultan III. Ahmed’in gazabına uğramak korkusu idi. Bunun için de İbrahim Paşa’nın öldürülmediği, onun yerine Kürkçübaşı Manol’un katledildiği iddiasını ileri sürdüler. III. Ahmed durumu anlamak için Zülali Hasan ve İspirizade Ahmed efendilerle kapıcıbaşı Derviş Mehmed Ağa’yı Et Meydanı’na gönderdi. Ancak bu heyet ihtilalcileri teskin edecek yerde III. Ahmed’in hal’ şeklini müzakere ederek saraya döndüler. Durumu önce burada bulunan ilmiyye ricaline duyurup, onların da tasvibini aldılar. Saat 22.00 civarında İspirizade, padişahın katına çıkarak gayet soğukkanlılıkla saltanatının sona ermiş olduğunu bildirdi. Böylece ihtilalciler ikinci sonucu da elde etmiş oluyorlardı.
Patrona ayaklanması bu başarıya ulaştıktan sonra ihtilalin elebaşıları önce resmi hiçbir unvan almadan halkın hizmetinde kimseler tavrı ile, hükumetin faaliyetlerinde etkili olmayı denemişlerdi.
Kısa bir süre sonra ihtilalin kargaşası yatışıp devlet gelirlerini, görev yerlerini kendi adamlarına kayırmakla, özellikle yeniçeri subayları arasında hoşnutsuzluğa yol açtıklarından durumları sarsıldı. Bunun için de sadaret kaymakamlığı, kapudanlık gibi hizmetlere talip oldular. Patrona Halil için uygun gördükleri kaptan-ı deryalığa Canım Hoca Mehmed Paşa’nın tayin edilmesi, onları hayal kırıklığına uğrattı ise de, Muslu Beşe sadrazamın muhalefetine rağmen Kırım Hanı Kaplan Giray’in aracılığıyla kul kethüdalığına getirildi. Bunun üzerine elebaşılar kendi adamları olan yeniçeri ağası Kel Mehmed Ağa’yı sadarete, Patrona Halil’i de sadaret kaymakamlığına istediler. Zülali Hasan Efendi ve İbrahim Efendi gibi din adamları ile birlikte devletin idaresine el koyacaklarını tasarlamakta idiler. Ayrıca Patrona Halil, İstanbul’daki 12.000 Arnavut’un kendi emrinde bulunduğu söylentisi ile devlet ileri gelenlerini korkutmak istiyordu. Buna karşılık Kırım Hanı Kaplan Giray Darüssaade Ağası Beşir Ağa, defterdar İzzet Ali Bey, Muhsinzade Abdullah Paşa, Canım Hoca Mehmed Paşa, Pehlivan Halil Ağa ve Kabakulak İbrahim Ağa’dan oluşan bir heyet de zorbaları ortadan kaldırmak üzere çalışmalara girmişlerdi. Elebaşılar ise, bu çalışmalardan habersiz, fakat başlarına gelecek kazayı tahmin etmekle İstanbul’dan uzaklaşmayı düşünmeye başladılar.
Şehirden ayrılabilmeleri için İran ve Rusya’ya karşı yeni bir savaşın başlatılmasının uygun olacağı görüşünü ileri sürdüler. Böylece ordu ile birlikte ve bayrakları altındaki askerleriyle şehri terk etmiş olacaklardı. Onları etkisiz hale getirmeyi tasarlayan devlet büyükleri, bu fikri benimsediler. 23 Kasımda divan-ı hümayunda seferin açılış şekli üzerinde müzakereler yapıldı ise de bir sonuç alınamadı. Bunun üzerine Patrona Halil daha küçük bir toplantı yapılmasını ileri sürdü. Bu arada Zülali Hasan Efendi, Kaplan Giray’a başvurarak zorbaların veziriazamı, şeyhülislamı ve kızlar ağasını istemediklerini, bunlar değiştirilmezse bir olay çıkmasının mümkün olduğunu bildirdi. Aynı gün Patrona Halil’i kabul ederek istedikleri toplantının yapılacağını, hatta bunun padişahın huzurunda olacağını bildirmiş ve kendisini yoldaşları ile birlikte saraya gelmeye ikna etmişti. 25 Kasım günü yapılan toplantıya hükumet gerekli tedbirleri alarak hazırlanmıştı. Bu toplantıya Patrona Halil, Muslu Beşe, Kel Mehmed Ağa, Urlu Murtaza Ağa, Zülali Hasan Efendi, İstanbul Kadısı İbrahim Efendi, Abdullah Efendi gibi elebaşılar, yanlarında 25-30 kişilik muhafızları olduğu halde katıldılar.
Bu muhafızlar sarayın birinci yerinde misafir edilerek alı kondular. İkinci yere gelinince de 10 kişi alıkonulup Babüssaade’den içeri ancak beş altı kişi geçirildi. Bunlar gayet sıkı tedbirlerle "sünnet" odasına getirildiler. Burada yapılan toplantıda önce sefer konuları gözden geçirilmiş, sıra elebaşılara verilecek görevlerin belirtilmesine gelmişti. Patrona Halil’e Rumeli beylerbeyiliği, Muslu Beşe’ye Anadolu beylerbeyiliği, Kel Mehmed Ağa’ya üç tuğlu vezirlik verilerek İran seferine memur edildikleri bildirildi. Din adamlarına da kanuna aykırı olarak vezirlik verilmişti. Yeni görevlilere hil’atleri giydirileceği sırada zorbalar hil’atlerin padişah huzurunda giydirilmesini istediler. Bunun için ayağa kalkıldığı sırada ortalık birden karıştı ve Pehlivan Halil Ağa ile geceden "sünnet" odasının yüklük ve dolaplarına saklanmış bulunan tenkil ekibi birden fırladılar. Halil Ağa, Patrona Halil’in elini hançerine götürmesine meydan bırakmadan onu öldürdü. Canım Hoca Mehmed Paşa da Kel Mehmed Ağa’yi yıktı. Bunun üzerine öteki zorbalar, başlarına geleceklere razı olarak teslim oldular. Bundan sonra ikinci avluda bulunanlar teker teker içeri alınıp cezalarını gördüler.
Bu şekilde iki aya yakın bir zaman İstanbul’da Osmanlı devlet idaresini felce uğratan ayaklanma söndürülmüş oldu.