Ans/E/ ERMENİLER

ERMENİLER

Ermeniler, bütün Osmanlı tarihi boyunca, en sadık bir tebaa olarak devletin önemli mevkilerinde görev yapmışlar, mutasarrıf, nazır, eğitimci ve sanatkar olarak hizmet etmişlerdir.

Ermeniler Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde zengin sınıfı oluşturmaktaydılar. Köylüsü olsun, şehirlisi olsun, çoğu varlıklı kişilerdi. Ayrıca bazı yetenekleriyle de dikkati çekiyorlardı. Şehirli Ermeniler kendileriyle ciddi rekabet edebilen Rumların bulunmadığı yerlerde ticareti tamamiyle ellerinde bulunduruyorlardı.

Ermenilerde bağımsız bir Ermenistan fikri doğuncaya kadar, Türklerle çok iyi geçiniyorlardı. Aralarında tatsız bir olayın geçtiği hiç görülmemişti. Hatta, Türkler sanat alanındaki başarılarından dolayı onları sever ve takdir bile ederlerdi.

Ermenilerin en kalabalık olduğu il İstanbul’du. Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u fethettikten sonra yeteneklerini ve çalışkanlıklarını takdir ettiği Ermenilerden 250.000’ini İstanbul’a getirterek, çeşitli semtlere yerleştirdi. Hatta en önemli bir Bizans kilisesini de ibadetleri için onlara açtı.

Anadolu Ermenilerinden Gregoryan, Ortodoks, Katolik ve Protestan olanları vardı. Fakat, İstanbul Ermenilerinin "Katolik propagandası" yapmaları bir "Hatt-ı Hümayun" ile yasaklanmıştı. Bunun sebebi vardı. Osmanlılar Vatikan Kilisesi kanalıyla Avrupa’nın Osmanlı ülkesinde dini veya siyasi nüfuz alanı yaratmasını engellemek istemişlerdir.

XVII. ve XVIII. yüzyıllarda İstanbul’da Ermenilerin bir kısmının, hatta Ruhani reislerinin "Katolik propagandası" yaptıkları görüldü. Oysa, Divan-ı Hümayun, Ermenilerin her isteklerini yerine getiriyor, kiliselerini tamir etmelerine izin veriyor hatta yardım bile ediyordu. Fakat Osmanlının iç işlerine karışmak için vesile arayan Batı kilisesi, gizlice bu ülkeye Katolik misyonerler sokarak, Ermeniler arasında propagandalarını yaptırmaya başlamıştı. Papa tarafından gönderilen bu ruhanilerin fesat ve ihtilal tohumlarını ekmesine Osmanlı Devleti izin veremezdi. Mezhep değiştirdikten sonra Katolik olan Rumlar ve Ermeniler kendilerini Osmanlı ülkesine değil Papa’ya bağlı sayıyorlardı. Oysa İstanbul’daki dini merkezler, Fener Patrikhanesi de dahil, Osmanlı Devleti’ne bağlı olup, cemaati de Osmanlı tebaasıydı. Papa’nın memurları İstanbul’da bu şekilde çalıştıkları gibi, Şam taraflarına kadar da yayılmışlardı. Özellikle, Sakız kuvvetli bulundukları bir yerdi. Bununla beraber İstanbul’da Papaya tabi olmak istemeyen Ermeniler de vardı. Bunlar çoğunlukla Divan’a başvururlar, kendilerini iğfal etmek isteyen Ermenileri bildirirlerdi. Bu propagandalar yalnız İstanbul sınırları içinde kalmıyordu. Halep’te oturan Yakubi Süryaniler arasında da Katolik propagandası yapıldığı tespit edilmişti. H. 1109’da yayınlanan bir hükümle, Patrik Bedros İshak "Limni" Adası’na sürgün edildi. Ama Katoliklik propagandasının merkezi İstanbul olup, genellikle Ermeniler tarafından yapılmaktaydı. "Sulumanastır"da Haçatur adlı bir rahip fesadçıların başı olarak tutuklanıp, "Tersane zindanı"na hapsedildi. Bu olaydan sonra Ermenilere karşı bazı tedbirlerin alınması zarureti duyuldu. Bu arada rahip Haçatur kaçırılmış olduğu için Galata’da ve "Valide Hanı"nda gizli faaliyet gösterdikleri tespit edilen birçok Ermeni yakalandı.

XVII. yüzyılda Ermenilerin dini görüntü altında ülke içinde başlattıkları ihtilaller, kısa bir süre sonra siyasi bir şekil aldı. Nitekim, Ermeniler daha XVII. yüzyıl içinde Rusya’nın güçlenmekte olduğunu anlayarak, ilerde bu ülkenin desteğini sağlayabilmek amacıyla Çar Aleksi’ye altın kakmalı bir taht bile hediye ettiler.

1828 yılında Rumların Kars ve Doğu Bayezid’e girmesiyle Ermeniler, Osmanlılara karşı olan gerçek duygularını açığa vurdular. O kadar ileri gittiler ki, Anadolu’nun başka illerini de işgal etmek için Rusları teşvik bile ettiler. Hatta 90.000 gönüllü Ermeni Ruslar yanında Osmanlılara karşı savaştı.

Fakat, Osmanlı Ermenilerinin ilk politik amaç taşıyan ayaklanması 1862 yılında Maraş’a bağlı Zeytun ilçesinde (şimdiki Süleymaniye) patlak verdi. Ermeniler çeşitli yollardan, özellikle Rusya’dan sağladıkları bol miktarda silahla Müslüman köylerini bastılar, rast geldikleri herkesi kurşunladılar, evleri yaktılar. Aziz Paşa komutasındaki Osmanlı birlikleri ayaklanmayı bastırmak ve ayaklananları cezalandırmak için harekete geçince Fransız İmparatoru III. Napoleon hemen araya girdi. Bu müdahale Ermenilere verilmiş ilk taviz sayılır.

Fransızların ve Rusların Ermenilere karşı bu şekilde kanat germesi, Osmanlı ülkesini karıştırıyor ve ayaklanmaların bastırılmasında güçlükler çekiliyordu. Rusya’nın da emeli Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak olduğu için Ermenileri açıktan açığa kışkırtmakta bir sakınca görmüyordu. 1868 yılında Prens Gorçukof, Çarlık Rusya’sının Osmanlı Devleti’ni zayıf düşürmek ve ortadan kaldırmak niyetlerini: "Ya Osmanlı ülkesindeki Hıristiyanlara muhtariyet verilmeli, ya da Osmanlı toprakları taksim edilmelidir" şeklinde açığa vurmuştu.

Nitekim, 1862 yılında Abdülmecid tarafından Ermenilere devlet içinde önemli görevler verilmesinden itibaren, Osmanlı ülkesindeki Hıristiyanların isteklerinin arkası hiç kesilmedi. Avrupalıların, Osmanlılar üzerindeki siyasi ve ekonomik baskıları, Rusların kışkırtması ve Hıristiyanlara her çeşit yardımı ile, evvela Balkan devletlerinin bağımsızlık talepleri başladı. 1876 Meşrutiyeti bu şartlar altında ilan edildi, Ohannes Efendi de Meclis Başkanlığı’na getirildi.

1877 yılında patlak veren Osmanlı-Rus savaşı Osmanlıların yenilgisiyle sonuçlanınca Ruslar, İstanbul kapılarına dayandılar. Rus birliklerinin kumandanı Dük Nikola’yı, Ayastefanos’ta başlarında Patrik Nevres Voryebedyan olduğu halde kalabalık bir Ermeni grup karşıladı. 1881 yılında Ermeni prenslerinden Dadyan’ın yazlık köşkünde imzalanan anlaşmaya Ermeniler 16. maddeyi koydurdular. Bu madde Osmanlı topraklarındaki Ermenilere geniş haklar getiriyordu. Daha sonraki Berlin Antlaşması’nın 61. maddesinde de bu haklar Ermenilere tanındı ve Balkan devletleri fiilen imparatorluktan koparıldı. Bu arada, Ermenilere sahip çıkma konusunda İngiltere Ruslardan geri kalmadığı gibi, Hınçak ve Taşnaksutyan Komitelerinin kurulmasına ve bunların birer tedhiş kuruluşları gibi faaliyetler göstermelerine yardımcı olundu.

İlk Ermeni komitesi 1887’de Ermeni asıllı bir Rus ile Kafkasyalı Ermeniler tarafından İsviçre’de kurulan "Hınçak Komitesi" (Çan Sesi Komitesi) olmakla beraber, Ermenilerin Osmanlı ülkesi içinde daha önceki yıllarda da faaliyet gösteren dernekleri bulunuyordu. Bunlar: 1872’de Van’da kurulan "İttihad ve Halas Cemiyeti", 1880’de Erzurum’da yuvalanan "Silahlılar Cemiyeti" yine ihtilaller çıkarmak için 1882’de Van’da kurulan "Karahaç Cemiyeti" aynı yıl İstanbul’da gizli faaliyetler sürdüren "Ermeni Vatanperverler Cemiyeti" ve yurdun çeşitli yerlerinde aynı amaçla kurulan "Milliyetperver Kadınlar Cemiyeti", "Ermenistan’a Doğru Cemiyeti" gibi.

1878 yılından evvel Ermeniler arasında ne milliyet fikri ve ne de bağımsızlık düşüncesi bulunuyordu. Eğer böyle fikirler uyanmış olsaydı, birtakım istekler komitacıların Avrupa’ya dağıttıkları beyannameler üzerinde kalmazdı. Avrupa basınının ve parlamentolarının bu meseleyi sürekli kurcalaması, papazların kışkırtmaları Osmanlı ülkesinin yeni yeni olaylara sahne olacağını gösteriyordu. Ermeni kiliseleri, Avrupa’da yuvalanan ihtilal komitecileriyle işbirliği halindeydi. 1869’da Ermeni Patrikliğine getirilen Mıgırdıç Hırımyan, yıllarca önce doğu vilayetlerinde gazeteler çıkarmış, komitecilerin ihtilal beyannamelerini yayınlayarak halkı ayaklanmaya teşvik etmişti. Bu din adamı, Ermeni Patrikliğine getirildikten sonra, fesad tohumlarını daha rahat ve kolay bir şekilde ekmek imkanını bulmuştu. 1874’te Patrik yapılan Nevres Voryebedyan, Mıgırdiç Hırım-yan’dan da ileri gitmişti. Kanlı patrik, bir taraftan Çarlık Rusya’sı ile diğer taraftan da İngiliz hükumetiyle yakınlaşma sağlamıştı. İngiliz Elçisi Sir Henri Elliot’a, "Ermeni, halkının dikkatini çekmek için ihtilal, isyan ne gerekiyorsa bunu çıkarmanın güç olmadığını" söyleyen bir papazdı.

1885 yılında Avrupa’da ilk defa Ermeni girişimleri görüldü. Ermeni ihtilalcileri Fransa, İngiltere, Avusturya, Amerika’da toplantılar düzenlediler. Yeni yeni komiteler kuruldu, Fransızca, İngilizce gazeteler yayınlandı. "Taşnaksutyan Komitesi"nin Paris’te yayınladığı gazetenin adı "Pro Armenia" idi. Büyük yardım ve destek gören bu gazete "Türkler Ermenileri kesiyorlar" diye yazılar yazıyordu. Ermeni propagandasını yürüten diğer gazeteler "Truşak", "Razmik", "Alik", "Hayranik" vb. idi. Bu gazetelerin de sütunları Ermeni milliyetçiliği, Türk mezalimi gibi hayal ürünü birtakım düşünceler ve olaylarla dolduruluyordu. Bunların ardından da Berlin Antlaşması hükümlerinin ihlal edildiği yaygaraları koparır oldu. Ermeni propagandası evvela Fransa’nın dikkatini çekti. Basında gerçek dışı yazılarla Osmanlılara karşı saldırıya geçildi. Fakat, Ermeni komitacıları Londra’dan daha büyük himaye görüyordu. Gladston Kabinesi, Ermeni temsilcilerini bir araya toplayarak onlara yardım vaadinde bulundu, teşkilatlanmaları için elinden geleni esirgemedi. Bu himaye sonucu komite burada adeta kök saldı. Osmanlıların barbar ve yeteneksiz oldukları propagandası yapılarak "Bağımsız Ermenistan" fikri uyandırıldı.

Ermeniler, Balkanlara olduğu gibi, kendilerine de bağımsız devlet kurma hakkının sağlanmasını Avrupalı büyük güçlerden ısrarla istiyorlardı. Oysa, Ermenilerin durumu ne Yunanlılar, ne de Bulgarlara benziyordu. Bir Ermenistan devleti yaratmak imkansızdı. Aslında Rusya’nın da Avrupa devletlerin de hedefi "Bağımsız Ermenistan" devletinin kurulmasına çalışmaktan çok, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflatmak ve yıkmaktı. Çünkü Ermeniler, bağımsız devlet kurabilecek şekilde Osmanlı ülkesinin hiçbir vilayetinde çoğunlukta değillerdi. Toplu olarak yaşadıkları belli başlı bir bölge yoktu. Tarihçilerin ve tarafsız araştırmacıların belgelerle ortaya koydukları bilgilere göre, Osmanlılar hiçbir yeri Ermenilerden fethederek ülkelerine katmamışlardır.

Ermenilerin, İstanbul’daki en cüretkar hareketi Babıali’yi basmalarıdır. Buna Ermenilerin gerçek anlamda ilk ihtilali denebilir. Ermeniler, bütün Avrupa’yı ayağa kaldıracak bir ihtilalin planlarını hazırlamak için, nihayet "Kumkapı Ermeni Kilisesinde toplanmaya karar verdiler.

Planları, Babıali’yi basarak bütün nazırları ve yüksek görevlileri öldürmekti. Patrik kilisesinde 2000 Ermeni toplanmıştı (30 Eylül 1895). Burada yapılan sert bir konuşmada, "Bağımsız Ermenistan"dan, Türk zulmünden uzun uzun söz edilmişti. Sonra ihtilal şiirleri okundu. Daha sonra Patrikhane Kilisesi’nin çanları çalmaya ve silahlar patlamaya başladı. Silahların atılması, çanların sürekli çalması ihtilalin başladığının işaretiydi.

Sabah saat 10-11 sıralarında İstanbul sokaklarında nümayiş başladı. Bir kısım Ermeniler Patrikhane’nin önünde, diğer bir kısmı da Sultan Mahmud Türbesi’nde, üçüncü grup da Babıali önünde toplandılar. Kumkapı’daki Patrikhane binasının önünden Babıali’ye doğru ihtilal sloganlarıyla yürüyen Ermeni kalabalığını engellemek için güvenlik kuvvetleri nasıl hareket edeceklerini kestirememişlerdi. Silah kullanmak çok fazla kan dökülmesine yol açardı. Önce, nümayişçilere dağılmaları ihtar edildi. Fakat, ihtilalciler polise karşı direndiler. "Yaşasın Ermenistan", "Yaşasın hürriyet" diye bağırarak yürüyüşlerine devam etmek istediler. Çoğunun elinde silah ve kamalar bulunuyordu. Nuruosmaniye ve Tavukpazan’na doğru akın eden ihtilalciler önlerine çıkan her şeyi kırdılar, polis kuvvetlerine karşı da silahlı saldırıya geçtiler. Ermeniler kendilerini engellemek isteyen Jandarma Meclisi üyelerinden Binbaşı Saffet Bey’in üzerine de saldırarak, kamalar ve hançerlerle vücudunu delik deşik ettiler. Kanlı eylemlerini sürdürürken de "Yaşasın Ermenistan! Gün bugündür, işte hepinizi böyle öldüreceğiz" gibi sloganlar atıyorlardı. Artık iş çığırından çıkmıştı. Bundan sonra silahlı çatışma başladı. Bu durum sabaha kadar sürdü. Ancak müdahale sonucu. Ermenilerden büyük bir kısmı Patrikhane’ye sığındılar. Asker kiliseyi kuşattı, fakat Patrik suçluları teslim etmemekte direniyordu. Avrupa devletleri temsilcileri araya girerek buradaki Ermenilerin elinde bulunan silahların toplanarak hükumete teslimine karar verildi. Birkaç gün süren görüşmelerden sonra Patrikhane Kilisesi’nden 550, Beyoğlu Kilisesi’nden 150 kişi çıktı. Diğer kiliselere sığınan Ermeniler de vardı.

Patrikhane’den Babıali’yi basmak maksadı ile yola çıkanlar Sultanahmet Meydanı’na ve Sultanahmet Türbesi’ne kadar ilerlemişler, buradan Babıali’yi basmak üzere ayrılarak yürüyen kol, İran Elçiliği’nden öteye gidememiştir. Bu arada Sadrazam Said Paşa, Zabtiye Nezareti’nin jandarma kuvvetlerini yeterli görmediğinden Babıali’nin muhafazası için Serasker Paşa’dan bir tabur asker istemişse de, Sultan Hamid böyle bir tedbirin Avrupa’da işin büyütülmesine vesile ve fırsat oluşturacağını göz önünde tutarak bu tedbire müsaade etmemiş, sadece asker ve jandarmanın sokaklarda devriye olarak gezdirilmesi emrini vermiştir.

Olayın ertesi günü "Tercüman-ı Hakikat" gazetesinde, ilave bölümünde "İlan-ı Resmi" başlığı altında bir hükumet bildirisi yayınlandı ve bu tebliğde Ermenilerin kanunsuz hareketleri anlatıldı.

Bu ihtilal olaylarının hazırlıkları yabancıların da dikkatini çekmişti. Hatta ikinci "Babıali baskını" sarasında Ermeniler, "İngiliz donanması yardımımıza gelecek " diye propagandalar bile yapmışlardı.

İstanbul’daki ayaklanma girişimleri kanlı bir şekilde bastırılmıştı ama Ermenilerin rahat duracağı yoktu. Nitekim, Avrupa devletlerinin Osmanlılar üzerinde baskısını sağlamak amacıyla başlarında Karakin Pastırmacıyan ve Taşnak Partisi’nin Avrupa’dan gönderdiği 29 komiteci olduğu halde Osmanlı Bankası’nı basarak işgal ettiler. Güvenlik kuvvetlerinin teslim ol çağrısına silahla karşı koyan Ermeni ihtilalciler yerine getirilmesi imkansız birtakım taleplerde bulunuyorlardı.

İstekleri şunlardı:

1-Büyük devletlerin ittifakıyle Osmanlı İmparatorluğu’nun doğusundaki Ermeni vilayetlerine Avrupalı bir genel vali atanması,

2-Bu mıntıkanın vali, mutasarrıf ve kaymakamlarının genel vali tarafından seçilmesi.

3-Jandarma, polis ve memurların bir Avrupalı subay tarafından teşkilatlandırılması.

Aslında Ermeni ihtilalcilerin amacı dünyaya seslerini duyurabilmek ve Osmanlı hükumetini dünya kamuoyu önünde küçük düşürmekti. Bunda bir dereceye kadar da başarılı oldular. Sonunda, ihtilalciler ancak Avrupa devletlerinin temsilcilerine teslim olmayı kabul ettiler. İstanbul’daki Rus Elçiliği Katibi Maksimos, bankaya girerek işgalcilerle görüştü. Birkaç saat sonra 29 ihtilalci bankadan çıkarak kendilerini Avrupa’ya götürecek olan bir gemiye bindirildiler.

İhtilal ateşi hızla Anadolu’yu da sardı. Peşpeşe Trabzon, Erzurum, Van, Bitlis, Sivas, Diyarbakır, Harput, Urfa, Adana, Halep vilayetlerinde de kanlı olaylar baş gösterdi.

Konuyu yakından inceleyen bir Rus yazarı diyor ki: "Bu olaylarda Türkleri ne kadar barbarlıkla suçlarlarsa suçlasınlar, ancak gerçek şudur ki, bütün olayları yaratanlar Ermenilerdir. Mesela, Trabzon sokaklarında Bahri Paşa ile Hamdi Paşa’nın Ermeniler tarafından yaralanması Trabzon olayına sebep olmuştur."

1895 yılı içinde geçen Ermeni olayları şöyle sıralanabilir:

26 Eylül Trabzon, 9 Ekim Erzurum. 11 Ekim Maraş, 13 Ekim Gümüşhane, 15 Ekim Edirne, 16 Ekim Bayburt, 18 Ekim Zeytun, 19 Ekim Mersin, 19-20 Ekim Şebinkarahisar, 20 Ekim Maraş, 20-24 Ekim Arapkir, 23-27 Ekim Malatya, 27 Ekim Eğin, 29 Ekim Papas, 29-30 Ekim Gürün, 30 Ekim Sivas, 3 Kasım Tokat, Amasya, Merzifon, 5 Kasım Antep, 6 Kasım Maraş, 7 Kasım Yenice, 16 Kasım Zile, 19 Kasım Vezirköprü.

Avrupa basınının günlerce birinci sayfalarını kaplayan Anadolu’daki kanlı Ermeni ihtilallerinden biri de "Sason Olayı"dır. 1894 yılında Sason ve Bitlis’te geçen Ermeni-Kürt çatışmasında 800’den fazla Ermeni, bir o kadar da Türk ve Kürt öldü.

Her zaman olduğu gibi Ermeniler yine, "Türkler bizi katlediyorlar" yaygarasını kopardılar. Bunun sonucu Osmanlılara dış baskılar arttı. Türk düşmanı İngiliz Başbakanı Gladston, tahkikat için bir komisyon kurulmasını istedi. İngiliz ve Fransız elçileri araştırma işinin yalnız konsoloslara bırakılmasını istiyorlardı.

1895 yılında Türkler ve Ermeniler arasındaki çatışmayı durdurmak isteyen beş jandarma eri şehit düşmüştü. Bu olaylar da Avrupa basınına gerçeğin tam tersi yansıtılarak, "Ermeniler öldürülüyor" yaygarası koparılmıştı. Hatta Ermeniler tarafından Türklerin haysiyetini kırıcı şarkılar bile bestelenmişti.

Yüzyıllarca Osmanlı toplumu içinde kardeşçe yaşayan Ermenileri bağımsız bir Ermenistan fikrine iyice inandırabilmek için, yoğun bir propagandaya girişilmişti. Bu konuda çeşit çeşit (Türkçe, Fransızca ve Ermenice) beyannameler, tablolar, haritalar, broşürler, kitaplar yayınlanmıştır.

Aslında Doksan Üç Harbi diye bilinen 1877-78 Savaşı’nda, Rusya karşısındaki yenilgi, Osmanlı devletinin parçalanma sürecinde son genel işareti verir.

Osmanlı toplumunu oluşturan dini ve etnik cemaatlerin belli başlıları, kendi ulusal bağımsızlıkları için ciddi karar verme aşamasına gelirler. Ve tabii o arada, o zamana kadar böyle bir eğilim göstermemiş olanlarda da aynı arzu belirir. Müslüman kesimde bile (Arnavutlar, Araplar) bu amaçla örgütlenmelerin başlaması, Avrupalıların geldiği yere, Asya’ya dönmesi için yırtındıkları ‘Hasta Adam’ın sonunun geldiğine herkesin inanmasındandır.

Bu milliyetçi akımlar arasına, 19. yüzyılın ikinci çeyreğinden beri ‘Milleti Sadıka’ denilerek devlet yönetiminde ön planda rol oynayan Ermeniler de katılır.

RUSYA FAKTÖRÜ

Avrupa devletlerinin doğrudan müdahalesine izin vermeyen bir coğrafyada yaşamaları nedeniyle Ermeniler, Rusya ile yakından ilişki kurmak zorunda bulunuyorlardı.

18. yüzyılın sonundan beri Kırım ve Kafkaslar üzerinden güneye inen Çarlığın, kendilerine direnen Çerkesleri nasıl ülkelerinden sürdüklerini ve bunların Osmanlı ülkesinde, Balkanlar, Anadolu ve Suriye gibi uzak bölgelere göç etmek durumunda kaldıklarını, Ermeniler de biliyorlardı. Dolayısıyla bağımsızlığı hedef koysalar da Rus gücüne rağmen bir şey yapamayacaklarının bilincindeydiler.

19. yüzyılın sonunda bölgedeki çekişme, o dönemin en büyük gücü kabul edilen İngiltere ile Rusya arasındaydı. Rusya’nın Hindistan’a inmek istediği ve rakibinin de bunu engellemenin yollarını aradığı biliniyordu. Çarlığın bölgedeki ulusları yanına çekme çabalarını dengelemek için de İngiltere, bunlarla ilişki kurma ve destek verme girişimlerini hiç ihmal etmemişti. Londra hükumeti Çerkesleri vuruşmaya teşvik etmiş; ama fiili bir şey yapmamış, sürülmeleri karşısında da tepki göstermemişti.

1877-78 Savaşı sonrasında, Doğu Anadolu’nun Rus ilgi alanına girmesi, İngiltere’yi rahatsız etmiş ve bölgedeki nüfus çoğununu oluşturan Müslümanlarla (Türk ve Kürtler) anlaşamadığı için, Ermenileri yanına çekme tezgahlarını kurmuştur.

1876 BULGAR YÖNTEMİ

İngiliz devlet adamı Gladstone’un kampanyaları Babıali karşısında Ermenilerin koruyucusu görünmek amacını güderken, Rusya ile girişilen yarışta, bölgede yandaş sağlamaya da yönelikti, iki taraftan da maddi ve manevi destek gören Ermeniler bunun karşılığını, liderlerinden Çeraz’ın belirlediği ‘1876 Bulgar yöntemi’ni uygulayarak vermişlerdir.

Bu yöntem, ani baskınla çok sayıda Türk ve Müslüman’ı öldürmek; onların kızıp daha çok Hıristiyan’ı öldürmesi karşısında, Avrupa kamuoyunu, ‘işte Türkler soykırım yapıyor’ diye ayaklandırmaktan ibaretti.

Bu tür olaylarda öldürülen Türklerin sayısı. Batı basınına pek nadiren yansımış, ama Hıristiyan kurbanların sayısı, daima 10’la, 100’le çarpılarak kamuoyuna sunulmuştur. Nitekim Ermeni kurbanlarının sayısı da böylesine abartılarak, bütün dünyada mevcut Ermenilerin iki misline kadar çıkarılmıştır.

BOMBA OLAYI

Sultan II. Abdülhamid’e Yıldız Camii’nden çıkarken yapılan suikaste son devir kaynaklarında Bomba Olayı adı verilmiştir.

Bu suikast, Anadolu’nun Vilayet-i Sitte denilen altı vilayetinde bir Ermenistan hükümeti kurmak isteyen Ermeni komitecileri tarafından düzenlenmiştir. Ermeni komitecilerinin gayesi, padişahı öldürdükten sonra, Babıali’yi, Galata Köprüsü’nü, Tünel’-i, Osmanlı Bankası’nı yabancı sefarethaneleri ve diğer bazı özel, resmi birçok kuruluşu havaya uçurarak, ihtilal çıkartmak ve bu şekilde Avrupa devletlerinin askeri müdahalelerini sağlayarak Ermeni meselesini halletmektir. Suikastin elebaşıları Troşak ismindeki Ermeni ihtilal cemiyeti reislerinden Samoil Kayın (Hristofor Mikaelyan) ve Robina Kayın ve Konstantin Kabulyan (Safo) isminde üç Rus Ermenisidir. Bunlar Beyoğlu’nda Moraviç apartmanında bir ay kalıp, İstanbul’daki adamlarını teşkilatlandır-mışlardır. Singer kumpanyası memurlarından Belçikalı anarşist Charles Edouard Jorris, Bomba Olayının en önemli şahsiyetidir.

Rus Ermenileri İstanbul’da kaldıkları 1 ay zarfında Selamlık seyrine giderek, Yıldız’daki Hamidiye Camii’nden arabasına binen Sultan Abdülhamid’in dış kapı önüne tam bir dakika kırk iki saniyede geldiğini tespit etmişler ve tekrar Avrupa’ya dönmüşlerdir. Viyana’da saatli bombanın konduğu zarif bir araba yaptırılmıştır. 100 kilo ağırlığındaki Machine İnfernale adlı bombanın konduğu bu zarif araba ve suikastçiler, olay günü Yıldız’a giderek dış kapı civarında durmuşlar ve Sultan Abdülhamid’in çıkmasını beklemişlerdir.

Sultan Abdülhamid namazdan sonra saraya dönmek için camiden çıkarken Şeyhülislam Cemaleddin Efendi ile o gün gerektiğinden fazla konuşunca dışarı çıkmadan bomba patlamış ve İstanbul’un en uzak semtlerinden bile duyulan müthiş bir ses çıkarmıştır. Bu olayda 26 kişi ölmüş, 58 kişi yaralanmış 20 kadar at ölmüş ve birçok araba enkaz haline gelmiştir.

Sultan Abdülhamid olaydan sonra Çit Köşkü’ne gidip, hiçbir şey olmamış gibi elçilerin huzuruna kabul etmiştir. Yakalanan elebaşılardan Jorris, Sultan Abdülhamid tarafından affedilmiş, kısa bir süre sonra da Sultan Abdülhamid’in hafiyesi olarak Avrupa’ya dönmüştür.

BATININ 1915 TAKTİKLERİ

Batılılar bahsettiğimiz taktiklerini, 1915’te de tekrarladılar. 1910 yılında Taşnak Partisi’nin Brüksel’deki Sosyalist Enternasyonal’e sunduğu raporda, Anadolu’nun her köyünde silah depoları kurduğu ve militanlara silah talimleri yaptırttığı hakkındaki itirafları hep unutulmuş, o güne kadar yaptıkları terörizme ek olarak, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunu arkadan vurma girişimleri de tamamen göz ardı edilmiştir.

GİZLİ ANTLAŞMALAR ŞOKU…

Tek tek bazı kasabalar dışında, bölge olarak hiçbir yerde nüfus çoğunluğuna sahip olmayan Ermenilerin, terörle diğer Türk ve Kürtleri kaçırarak daha fazla sayıda bulunduklarını ispatlama çabaları da Sevr için verdikleri listelerdeki rakamların da gösterdiği gibi eylemlerin amacını belli etmiştir.

Bütün bu girişimleri kendileri için, bağımsızlıkları için yaptıklarını sanırken Ermenilerin, İngiltere, Fransa, Rusya arasında imzalanan ve I. Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı topraklarının nasıl paylaşılacağını planlayan Sykes-Picot gizli antlaşmalarından haberleri yoktu.

Ermeniler için bağımsızlık düşünülmüyor, Rus idaresi altına girmeleri öngörülüyordu.

Nitekim Bolşevikler, 1917 sonunda bu anlaşmayı dünyaya açıklayınca, ilk şoku yaşamışlardır.

Osmanlı devletinin 1918 Ekim’inde teslim olmasından sonra da esasen Türk bölgelerinden uzaklaştırılmış olan Ermeniler, Bolşeviklerin egemenliği altına girmekten kurtulamadılar.

Osmanlı devletine karşı eylem için kendilerini teşvik etmiş olan Fransa ve İngiltere’den yardım istediklerinde Ermeniler başlarının çaresine bakmaları nasihatından başka bir şey almadılar!

‘SORUMLULUK ABD’YE’ ÇABASI

Sorumluluktan kurtulmak için de Amerika’yı ilgilendirmeye çalışmaktan da geri kalmadılar. Ancak bölgedeki petrollerin paylaşılıp, kendisine sadece Bolşeviklerle mücadelenin bırakıldığını fark eden ABD de, gönderdiği heyetlerin raporları doğrultusunda, hemen kaçmayı yeğledi.

Bir süre daha oyuna devam eden, Fransa oldu.

Osmanlı’ya karşı ayaklanmaları durumunda, kendilerine bağımsızlık vaad edilmiş olan Araplar, Suriye ve Lübnan’da, silah zoruyla himaye altına sokulmaya karşı savaşırlarken; Fransız güdümünde oluşturulan Ermeni birlikleri, Urfa-Antep-Adana bölgesinde yine terörizme ve kıyıcılığa yönelmişlerdi.

Kurtuluş Savaşı’nın örgütlenmesinden önce, bu bölgedeki halkın kendiliğinden silaha sarıldığını biliyoruz.

Bölgeyi tamamen ele geçirme yönündeki çabalarını, Sakarya Zaferi’nden sonra Fransa, Ankara ile şartsız anlaşmaya razı oluncaya kadar sürdürdü (Ekim 1921).

Her zamanki gibi, pazarlıklardan yine Ermenilerin haberi yoktu.

Türkiye Ermenilerinden Hrant Dink’in söylediği gibi, günün birinde Fransız askerleri atlarının nallarının altına keçe bağlayıp sessizce, yani Ermenileri uyandırmadan çekildiler.

Böylece Ermenilere de, olabildiğince hızlı bir şekilde Suriye’ye kaçmaktan başka seçenek bırakmadılar.

Sevr Antlaşması’na geniş sınırlı bir bağımsız Ermeni devleti maddesini koydurmayı başaran Avrupa’daki Ermeni politikacılarının hayalciliği, Sevr’in gerçekleşebileceğini uman Batılılarınki kadar büyüktü.

KURTULUŞ SAVAŞI’NDA DOĞU CEPHESİ

Türk orduları bir yürüyüşle bugünkü sınırlarına vardılar ve 2-3 Aralık 1920 Gümrü Antlaşması’yla, Sevr’in imzasının üzerinden dört ay geçmeden, Ermeni devleti, bütün toprak isteklerinden vazgeçtiğini onayladı. 13 Ekim 1921’de imzalanan Kars Antlaşması’yla da bu kararlar bir kere daha resmileştirilmiş oldu.

Olaylar böyle gelişirken, Ermenilerin başlıca kışkırtıcıları ne diyorlardı?..Fransa’nın en ciddi gazetesi Le Temps, l Aralık 1920 tarihli başyazısında şunları söylüyordu: "Sevr Antlaşması’nı hazırlayanlar neye benziyor, biliyor musunuz? Tavşanını unutmuş olan ve şapkasından hiçbir şey çıkaramayan bir sihirbaza."

New York Times (21 Kasım 1920), hayalcilikleriyle alay ediyordu: "Başkan Wilson en sonunda müttefiklerin istekleri üzerine saptamış olduğu Ermenistan sınırlarını ilana hazır. Ama bu arada, Ermenistan var olmaktan çıktı."

LORD CURZON’UN ERMENİ YORUMU

Hiç de ‘Türksever’ olmadığı bilinen İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Ermeni Soykırımı’nı gündeme getiren Vikont Bryce’a, 11 Mart 1920 günü, Lordlar Kamarası’nda verdiği yanıtta gayet netti:

"Dünyanın bu bölgesinde Ermeniler -hatta son haftalarda da bazı kimselerin sandığı gibi masum kuzucuklar olarak davranmamışlardır. Şu anda elimde, onlar tarafından son derece vahşi ve kana susamış tarzda işlenmiş saldırılara ilişkin bir sürü rapor var. Unutalım bunu. Kuzey Ermenistan’daki Ermenilerin ne kıyım, hatta ne de saldırı tehlikesinde olduklarına inanmıyorum. "

BAŞBAKAN LLOYD GEORGE’UN SÖZLERİ
Daha da ‘Türksevmez’ olan Başbakan Lloyd George ise Sevr’in imzasından önce, 1920 Mart’ının sonundaki bir konuşmasında, onların artık yardım edilebilecek niteliği kaybettiklerini ve kendi başlarının çaresine bakmaları gerektiğini şöyle anlatıyordu:
"Ermenistan Cumhuriyeti’nin geleceği, doğrudan doğruya Ermenilerin kendilerinin özgürlüklerini savunmaya hazır olup olmamalarına bağlıdır. Eğer isteseler, 40 bin kişilik bir ordu toplayabilirler ve Büyük Britanya veya müttefiklerinden biri, onlara teçhizat yönünden yardımcı olabilir. Durmadan diğer ülkelerin sırtına yük olacak ve yalvarılar, çağrılar gönderecek yerde, bırakalım kendi kendilerini savunsunlar."

MİSYONERLERİN ÇALIŞMALARI
Lloyd George, Ermeni olayını en çok Amerikalıların misyonerler aracılığıyla kışkırttığını, ama şimdi himayeye almaktan kaçındığını vurgulayıp, sorumluluktan ülkesini sıyırmaya da özen gösteriyordu.
Yöneticilerinin ihtiyatlılığına karşılık, Amerikan kamuoyundaki sorumsuz çıkışlardan yararlanmaktan da geri kalmadı.
Başkan Wilson’un girişimlerini yetersiz bulan Cumhuriyetçi Parti, 1920 Haziran’ı ortasındaki konvansiyonunda, parti programına bir prensip kararı koymuştu: "Ermeni halkı ile kalbimizin içinden sempatileşiyoruz ve gücümüzün yettiği bütün olanaklarla kendilerine yardıma hazırız."
Ancak bu sözlerin hemen arkasında, küçücük bir ek vardı: "Ama himayemize almaya, manda yönetimi kurmaya karşıyız." (26 Haziran l920 tarihli Le Temps)

AMERİKAN KOMİSYONU
İngiliz resmi çevrelerinin, Sevr’i isteyen ve imzalayan sanki kendileri değilmiş gibi davranışlarına Amerikan tepkisi, Ortadoğu’yu gezen Amerikan Soruşturma Komisyonu ve Amerikan-Asya Birliği aracılığıyla geldi, hem de ’emperyalizm’ sözcüğünü esirgemeden:
"Amerika’nın kaçındığı, geri kalmış halklara karşı sorumluluk değildir. Tedavi edilemez emperyalizmin akıl almaz karmakarışık oyunlarına gelmekten kaçınıyoruz. Ermenilerin yardım çağrıları, Büyük Britanya’nın emelleri için (Ortadoğu’nun doğal sınırları Kafkas Dağları’nı elde tutmak için) düzenlettirilmiştir. İngilizler hiçbir çıkarları olmasaydı, oralarda bulunmazlardı."
Amerikalıları rahatsız eden, bir yandan Bolşeviklerle savaş iddialarını ileri süren İngiltere’nin, diğer yandan Lenin’in temsilcisi Krassin ile mali konularda bir anlaşmaya varması olmuştu.
New York Times, 11 Mayıs 1920’de anımsatıyordu: "Ocak ayında İngilizler Kafkasya’ya ordu göndereceklerdi. Sonra Lloyd George birden vazgeçti. Bolşeviklerle ticaret yaparak anlaşmayı tercih etti. Denikin’e vermek istemediğini, şimdi Troçki’ye veriyor. Ermeniler için, elde edebilecekleri kadarını sağlamağa çalışmaktan başka yapacak şey kalmadı. Ve bu arada, büyük devletler bol suyla abdest alacak, temizlenecek ve birbirlerini ellerinin temiz olduğuna ikna edeceklerdir."
Aynı yayın organı, 13 Kasım 1920’de de ekliyordu: "Ermenistan’a dost görünen büyük Hıristiyan devletlerinden hiçbiri, herhangi bir şey yapmakla ilgili görünmüyor; umursamıyorlar bile."
1920-22 yıllarının Amerikan gazeteleri üzerinde yapılan taramalarda, Ermeniler tarafından gönderilmiş okuyucu mektuplarında, ırkdaşlarını ileri itip sonra terk eden Batılılardan ‘eli kanlı umursamazlar’ diye bahsedildiğine çok rastlanır…