Ans/D / DARÜLFÜNUN

DARÜLFÜNUN

Bugünkü üniversitenin eski karşılığı.

Darülulum, Durülilm, Külliye, Camia diye de anılır.

XIX. yüzyıl başlarında kurulurken medreselerde öğretilmeyen konuları öğretmek gerekçesine dayanmıştı. Üniversiteden daha aşağı bugünkü liseler düzeyinde eğitim yapılırdı. Sıbyan (ilk) okullarının ıslahı ve rüştiye (orta) okullarının kurulması (1838)ndan sonra darülfünun teşebbüsüne de girişilmiştir. Aynı yıllarda açılan Mekteb-i Maarif-i Adliye ve Mekteb-i Fünun-ı Edebiye de rüştiyeler üstünde kurulan okullardandır. Ancak, sonraki yıllarda yurdun en yüksek okulu kavramını belirten bu ad, İstanbul Üniversitesi’nin kuruluşuna (1933) kadar Türkiye’de üniversite karşılığı bir terim olmuştur.

1845’te kurulan geçici maarif komisyonu, sıbyan ve rüştiye okullarının ıslahı ile ilgili düşünceler arasında, daha yüksek derecede bilgi veren, devlet dairelerine memur yetiştirecek, her çeşit bilgiyi öğretecek, herkese kapılarını açacak, öğrencilerini yatılı olarak yetiştirecek üçüncü derecede bir okulun kurulmasını öğütlemişti.

Darülfünun 3 yıl ilkokul, 2 yıl rüştiye öğreniminden sonra öğrenci alacaktı, ilkokulların son sınıf programları rüştiyelerde ve rüştiyelerin son sınıf programları da Darülfünun’un ilk sınıf dersleri arasında yer almıştı. Darülfünun için öğrenci yetiştirecek bir üst dereceli okula ihtiyaç duyuluyordu. Bu sebeple önce Darülmaarif, sonra da İdadiler kuruldu. Bu arada ilk Osmanlı Darülfünunu’nun açılması 1863 yılına kadar gecikti.

İlk Osmanlı Darülfünunu kendi adına yaptırılan binanın bazı odalarında 14 Ocak 1863 tarihinde serbest derslerle çalışmaya başladı. Devam edenlerin çoğu devlet memurları olduğundan bu eğitim kurumundan beklenen sonuçlar alınamadı. Kurumda çeşitli dillerde 4000 ciltlik bir kitaplık ve gerekli laboratuvarlar meydana getirilmişti. Kimyager Derviş Paşa, Ahmet Vefik Paşa, hekim Salih Efendi, Cevdet Paşa, Müneccimbaşı Osman Efendi, gibi zamanın Doğu ve Batı kültürünü tanıyan kişiler ilk öğretmenler olarak bu okulda görev yaptılar.

1865’te Darülfünun Çemberlitaş’a, tahta yapılı Nuri Efendi Konağı’na taşıttırıldı. Az sonra da kitaplık ve laboratuvarları ile birlikte yanarak kendiliğinden kapandı.

Maarif Nazırı Saffet Paşa’nın da teşvikiyle 1870’te Sultan Mahmud türbesi yanındaki ikinci Darülfünun binası yaptırıldı. Bu eğitim kurumunun kurulu-

şunda, orta dereceli bir eğitime dayanmış bulunması, kurumun hikmet, edebiyat, hukuk, ulum-i tıbbiye ve riyaziyat bölümlerine ayrılmış olması, yani fakülte tarzı eğitime yol açması, fakültelerde çeşitli yabancı dil filolojileri, Roma Hukuku, yüksek matematik, tefazuli ve tamam-i riyaziye, hendese-i resmiye gibi ilimlere yer verilmiş bulunmasa ; derslerin esasta Türkçe olmakla birlikte Fransızca ile de öğretilebileceğini kabul edilmesi bu Darülfünunun gerçek anlamı ile üniversite olarak düşünüldüğü ve ona göre düzenlendiğini gösterdiğinden bu kurumu ilk üniversite kabul etmek yerinde olur.

Darülfünun, imtihanla seçilmiş 450 öğrenci ile 21 Şubat 1870’te açıldı. Rektör Hoca Tahsin Efendi Türkçe, Afganlı Cemaleddin Efendi Arapça, Aristokli Efendi Fransızca birer konuşma yaptılar. Dersler başladıktan sonra öğrencilerin yetersiz oldukları görülmüş, programa yetiştirici dersler de konmuştu.

Darülfünun bir yandan kayıtlı öğrencilerini yetiştirirken bir yandan da halka pozitif ilimler fikrini aşılamak için açık konferanslar düzenliyordu. Bu konferanslardan birinde Afganlı Cemaleddin Efendi’nin "peygamberlik bir sanattır" anlamına gelen bir söz söylemesi, pozitif bilimler yolunda atılmış olan bu olumlu adımın baltalanmasına yol açtı. Böylece Darülfünuna karşı girişilen sert saldırılar sonunda Sultan Abdülaziz yönetimi, bu bilim kurumunu kapatmak ve Hoca Tahsin Efendi’yi uzaklaştırmak, Afganlı Cemaleddin’i de Türkiye dışına çıkarmak zorunda kaldı. Böylece ikinci ve gerçek üniversite kurma teşebbüsü de kırılmış oldu (1871).

Bunun üzerine Saffet Paşa, Darülfünun-ı Osmani’yi Darülfünun-ı Sultani adı ile Galatasaray’da, Hıristiyan bir müdür ve Avrupalı öğretim üyelerinin eliyle açmaya teşebbüs ederek 1874’te Galatasaray Sultanisi Müdürü Sava Efendi’yi bu işle görevlendirdi. Beş fakülteli olarak düşünülen bu Darülfünun, tıp fakültesinin görevini, Mekteb-i Tıbbiye, İlahiyat Fakültesi’nin görevini de medreseler gördüğünden bu iki eğitim dışındaki hukuk, turuk ve meabir, yani mühendislik ve fen ile edebiyat fakültelerinden meydana geldi. Ancak, Türkçe ders verecek öğretmen ve okutulacak kitap bulunmadığı gerekçesi ile fakültelerde Türkçe, Fransızca ve Arapça öğretim dili olarak kabul edildi. Buna göre Darülfünun fakültelerine ancak Galatasaray Sultanisi mezunlarının alınacağı üstü kapalı belirtilmiş oldu. Öte yandan Latin, Yunan, Arap dilleri ve edebiyatları ile arkeoloji öğretimine yer verildiği halde Türk (Osmanlı) tarih ve edebiyatına, sanat ve kültürüne yer verilmemiştir. Bu sebeple de Darülfünun bir üniversite olmaktan çok Galatasaray’ın yüksek bölümü olarak kalmıştır. Nitekim müdürü Sava Efendi de onu Mekatib-i Aliye-i Sultaniye olarak adlandırdığı gibi, devlet yıllıklarında da fakülteleri Edebiyat-ı Aliye Mektebi adı ile geçmektedir. Zaten fakültelere olan ilgisizlikten dolayı kısa sürede kapanmıştır. Ancak hukuk bölümü 1881’e kadar devam etmiştir.

1896’da Darülfünun’un açılması için yeni bir teşebbüse geçildi. Sadrazam Sait Paşa, II. Abdülhamid’e sunduğu bir raporda Darülfünun’un açılma gerekçesini geniş bir plan halinde belirtmişti. Bu arada Avrupa’ya yüksek öğrenime giden Türk gençlerinin hürriyet fikirlerini benimsemeleri karşısında Avrupa üniversitelerine doğru başlayan Türk öğrenci akımını durdurmak amacıyla Darülfünun’un yeniden açılması artık kaçınılmazdı. Bunun üzerine 8 Nisan 1896’da, Sadrazam Halil Rıfat Paşa’nın sunduğu mazbata üzerine yeniden hazırlıklara girişildi. Fakat Teselya Savaşı’nın başlaması Darülfünun’un açılmasını yine geciktirdi.

II.Abdülamid’in isteği üzerine Osmanlı Darülfünun’u Darülfünûn-ı Şahane adıyla Maarif Nazırı Zühtü Paşa tarafından 1 Eylül 1900 tarihinde Cağaloğlu’nda Mekteb-i Mülkiye binasında açıldı. Mekteb-i Mülkiye, Mekteb-i Hukuk, Mekteb-i Tıbbiye yüksek okullar halinde daha eski tarihlerden beri çalışmakta olduğundan Darülfünun-ı Şahane, ulum-ı riyaziye ve tabiiye şubeleriyle Türkçe, Arapça ve Farsça’dan başka, Fransız, Alman, İngiliz ve Rus dillerini toplayan bir filoloji şubesinden meydana gelmişti. İlk yıl 85 öğrenci ile öğretime başlayan Darülfünun’da Osep Yusufyan, Salih Zeki, Mehmed İzzet gibi Türk öğretmenler, Fransız ve Alman bilim adamları görev alarak bu eğitim ve öğretim kurumunun gelişmesine hizmet etmişlerdir. Esas bakımından iki yıl öğretim, bir yıl da doktora olmak üzere üç yıllık eğitim ve öğretime dayanan Darülfünun-ı Şahane de yalnız ilahiyat şubesi dört yıl olarak tespit edilmişti. İstanbul’da ve illerde 25 yıldan beri imkanlar ölçüsünde geliştirilen orta dereceli okullardan çıkan Türk gençlerine yüksek öğretim imkanı sağlayan Darülfünun-ı Şahane, bu kere büyük bir ilgi gördü.

1908’de Meşrutiyetin ilanından sonra ise daha büyük bir gelişme gösterdi. Meşrutiyetten biraz önce Çemberlitaş’a taşınan Darülfünun 21 Eylül 1908’de Bayezıd’da Zeynep Hanım Konağı’na (bugünkü Edebiyat ve Fen Fakültesi’nin bulunduğu yer) getirilmiş ve programları yeni baştan gözden geçirilerek ulum-ı edebiye, ulum-ı şeriye, ulum-ı riyaziye ve tabiiye bölümleri olarak teşkilatlandırılmış ve Mekteb-i Hukuk da Darülfünun içine alınarak bir fakülte haline getirilmişti.

1912’de Emrullah Efendi’nin maarif nazırlığı sırasında Darülfünun’un modern bir üniversite haline getirilmesi için bazı çalışmalar yapılmıştır. Ancak kısa bir müddet sonra Zeynep Hanım Konağı ihtiyaca yetmedi. Her yıl 2000 kadar öğrenciyi kabul etmek zorunda bulunduğundan Yerebatan’da, kimya, Vefa’da Feyzullah Efendi Konağı’nda jeoloji, İbrahim Paşa Konağı’nda Doğu Dilleri, Saffet Paşa Konağı’nda coğrafya enstitüleri kuruldu.

Birinci Dünya Savaşı başında ise Almanya’dan Edebiyat Fakültesi için 10, Fen Fakültesi için 6, Hukuk Fakültesi için 4 profesör getirilerek öğretim kadrosu kuvvetlendirildi. Savaştan sonra Darülfünun’da 15 Ekim 1919’da yeni bir yönetmelikle bazı değişiklikler yapıldı.

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra eski Harbiye Nezareti binası (merkez binası) Darülfünun’a verildi.

İsmail Hakkı Baltacıoğlu Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Darülfünun emini oldu. 14 Nisan 1925’te çıkarılan bir kanunla Darülfünun tüzel kişilik ve katma bütçe ile yönetilmek haklarını almış ve görünüşte Milli Eğitim Bakanlığı’ndan ayrılarak bilim alanında özerk bir hale getirilmiştir. Bu kanunla birlikte yayınlanan 52 maddelik yönetmelik ile Darülfünun Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile kaldırılmış bulunan Darü’l-hilafe medreselerinin yerini doldurmak üzere İlahiyat Fakültesi de yeniden Darülfünun’un içine alınmıştı. Böylece özerk Darülfünun kurulmuş, fakat bu kuruluş yeni Türk Cumhuriyetinin sosyal ve ekonomik alanlarda giriştiği büyük devrimlere karşı ağır ve geriden giden gelenekçi bir eğitim kurumu olarak kalmıştı.

Cumhuriyet hükumetleri, özerk bir kurum olan Darülfünun’a karışmak imkanını da bulamıyorlardı. Bu durum sonunda Darülfünun’u kaldırıp yerine tam anlamıyla Batılı bir üniversite kurulmasını gerektirdi. Bunun için 31 Mayıs 1933 tarihli ve 2252 sayılı kanunla İstanbul Üniversitesi’nin yeniden kurulması görevi Milli Eğitim Bakanlığı’na verilerek Osmanlı İmparatorluğu Darülfünun’u kaldırılmış yerine üniversiteler kurulmuştur.