BAB-I ALİ
Osmanlı İmparatorluğu’nda sadrazamlık dairesine verilen ad.
XIX. yüzyılın başlarında kullanılan bu ad, giderek resmi bir şekilde, Osmanlı hükumetini ifade etmiştir.
Farsça der ve Arapça bab kelimeleri Osmanlılar’da kapı anlamına kullanılarak saray veya sadrazam kapısı, devlet ve hükumet merkezini ifade etmiştir: Der aliyye, Der saadet, Bab-ı saadet, Bab-ı asafi, Bab-ı ali gibi.
Sadrazamın başkanlığı altında ve sarayda toplanan divan, XVIII. yüzyıl sonlarında önemini kaybederek, işler paşa kapısına geçince, vezir-i azamların "asaf" sıfatı ile anılmalarından dolayı, "Bab-ı asafi" daha sonra, "Bab-ı ali" gibi deyimler kullanılmıştır. "Bab-ı ali" deyimi ise, XIX. yüzyıl başında iyice yerleşmiştir.
Paşa kapısı, XVII. yüzyıla kadar sadrazamların oturduğu semte göre değişik yerlerde bulunuyordu. IV. Mehmed dönemi sadrazamlanndan Mehmed Paşa’ya padişah tarafından hediye edilen ve şimdiki Bab-ı ali’nin yerinde bulunan konak, paşanın ölümünden sonra sadrazamlık görevine gelenler tarafından da, devamlı olarak kullanılmış ve böylece "Bab-ı ali" sarayın yakınında yer almıştır. Böyle olmakla birlikte zaman zaman, sadrazamlardan bazıları, ya kendi istekleriyle ya da 1755, 1808, 1826 ve 1829 yangınları gibi imkansızlıklarla, başka başka yerlerde oturmuşlardır. Bina, 1844’de kagir olarak yeniden yapılmıştır.
Kalınca bir sur ile çevrilmiş olan Bab-ı ali’de, önceleri harem ve selamlık daireleri vardı. Binaya ek olarak büyük mutfaklar, ahırlar, muhafız askerlerin koğuşları da bulunuyordu. İki katlı olan binanın alt katını kalemler ve büyük memurların odaları, üst katını da sadrazamların daireleri ile ailelerinin oturmalarına mahsus bölümler teşkil ederdi. Binanın etrafındaki sur, Tanzimat devrinde yıkılmış, harem dairesi de kaldırılmış, sadrazamların ailelerine oturmaları için, başka bir konak ayrılmıştır.
Bab-ı ali’de görevli olan hükümet adamları, sırasıyla tevkii, reisü’l-küttap, sonra kethüda-i sadr-ı ali ile çavuşbaşıdan ibaretti. Kahya bey diye de anılan
kethüda-i sadr-ı ali, sadrazamın yardımcısı ve müsteşarı sayılır, içişleri ve askerlik meseleleri ile uğraşırdı.
Reisü’l-küttap dış işlerine bakar, sadrazam tarafından padişaha arz olunacak önemli işler hakkındaki yazılan da hazırlardı. Maiyetinde divan-ı hümayun tercümanı amedçi, beylikçi gibi, Bab-ı ali’nin ileri gelen memurları bulunurdu. Reisü’l-küttapların yardımcısı durumunda olan tercümanların, yabancı elçilerle münasebetlerde önemleri büyüktü. Tercümanlar, elçilerin sadrazamlar ve reisü’l-küttap ile yaptıkları görüşmelerde bulunurlar, padişah tarafından kabullerinde tercümanlık ederlerdi. Çavuşbaşı, halkın sadrazama verdiği dilekçeleri inceler, şikayetçileri dinler ve suçlu olanları mahkemeye verirdi. Aynı zamanda zaptiye nazırı durumunda idi.
Bab-ı ali’de memur ve hademelerinin sayısı 300 ile 500 arasında değiştiği gibi sadrazamların özel hizmetleri için görevlendirilen 1000’e ulaşan kapıkulu da vardı.
"Vaka-i Hayriyye"ye kadar Bab-ı ali’de devlet işleri başlıca iki yolda yürütülmüştür: Dış işleri ile diğer önemli hususlar için sadrazam, kaptan paşa, şeyhülislam, kethüda, defterdar, reis efendinin bulunduğu hususi bir meclis kurulurdu. Adi davalar ile diğer işler ise İstanbul kadısının da bulunduğu Sadreyn’in sadrazam huzurunda toplandığı arz odasında görülürdü.
Bab-ı ali teşkilatında 1836’da esaslı değişiklikler yapılarak nezaretler kurulmuştur. Kahya bey, reisü’l-küttap, defterdar ve çavuşbaşı gibi sadrazamın maiyetinde bulunan Bab-ı ali’nin yüksek görevlileri bu defa, dahiliye, hariciye, maliye ve zaptiye nazırları sıfatıyla sorumlu birer devlet adamı haline gelmişlerdir.
II. Mahmud devrinde, 1838’de teşkil olunan "Dar-ı Şura-yı Bab-ı ali" meclisi Bab-ı ali’de göreve başladığı gibi, "Meclis-i vala-yı ahkam-ı adliye" de bir müddet sonra, buraya nakledilmiştir.
Tanzimat’tan sonra 1854’de Bab-ı ali’de bir de "Meclis-i ali-i Tanzimat" kurulmuştur. 1868’de "Meclis-i vala-yı ahkam-ı adliye" ikiye bölünmüş, bir bölümü Şura-yı devlet haline gelerek Bab-ı ali’de kalmış, diğer bölümü de sonradan adliye nezaretine dönüşecek meclis olarak Bab-ı ali’den ayrılmıştır.
Abdülmecid devri ile Abdülaziz’in ilk zamanlan, Osmanlı İmparatorluğu’nun temsil edildiği, idari ve siyasi kuvvet ve yetkinin tamamen saraydan Bab-ı
ali’ye geçtiği devirdir. II. Abdülhamid döneminde, bütün idare yine sarayda toplanmış ve Bab-ı ali etkisiz kalmıştır. Bu hal II. Meşrutiyet’e kadar sürmüştür.
Bab-ı ali 1878’de, kısmen yanmış, yeniden yaptırılmış, 1911’deki yangında ise sadaret ve hariciye nezareti bölümleri kurtularak, ortadaki Şura-yı Devlet ve dahiliye nezareti kısımları yanmış, bir daha yapılamamıştır.
Bab-ı ali’nin bulunduğu bina, önce Büyük Millet Meclisi Hükumeti’nin İstanbul Temsilciliğine verilmiş ve sonradan sadaret kısmı, İstanbul Vilayet Konağı ve hariciye nezareti kısmı da Defterdarlık olmuştur. Defterdarlık binası da yanmıştır.