TD/ TÜRK DESTANLARI

TÜRK DESTANLARI

İlk Türk Destanları

1.Altay – Yakut
Yaradılış Destanı
2.Sakalar Dönemi
a.Alp Er Tunga Destanı
b.Şu Destanı
3.Hun Dönemi
Oğuz Kağan Destanı
4.Köktürk Dönemi
a.Bozkurt Destanı
b.Ergenekon Destanı
5.Uygur Dönemi
a.Türeyiş Destanı
b.Göç Destanı

İslamiyet’in Kabulünden Sonraki Türk Destanları

1.Karahanlı Dönemi
Satuk Buğra Han Destanı
2.Kazak-Kırgız Kültür Dairesi
Manas
3.Türk-Moğol Kültür Dairesi
Cengiz-name
4.Tatar-Kırım
Timur ve Edige Destanları
5.Selçuklu-Beylikler ve Osmanlı Dönemleri
a.Seyid Battal Gazi Destanı
b.Danişmend Gazi Destanı
c.Köroğlu Destanı

YARADILIŞ DESTANI

Altaylardan Verbitskiy’in derlediği yaradılış destanı özetle şöyledir: Yer gök hiç bir şey yokken dünya uçsuz bucaksız sulardan ibaretti. Tanrı Ülgen bu uçsuz bucaksız dünyada durmadan uçuyordu. Göklerden gelen bir ses Tanrı Ülgen’e denizden çıkan taşı tutmasını söyledi. Göğün emri ile oturacak yer bulan Tanrı Ülgen artık yaratma zamanı geldi diye düşünerek şöyle dedi :
Bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım
Bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım
Bunun çaresi nedir, ne yolla yaratayım

Su içinde yaşayan Ak Ana, su yüzünde göründü ve Tanrı Ülgen’e şöyle dedi :

Yaratmak istiyorsan Ülgen, Yaratıcı olarak şu kutsal sözü öğren:
De ki hep," yaptım oldu " başka bir şey söyleme.
Hele yaratır iken,"yaptım olmadı" deme.
Ak Ana bunları söyledi ve kayboldu. Tanrı Ülgen’in kulağından bu buyruk hiç gitmedi. insana da bu öğüdü iletmekten bıkmadı: " Dinleyin ey insanlar, varı yok demeyin. Varlığa yok deyip de, yok olup da gitmeyiniz." Tanrı Ülgen yere bakarak: " Yaratılsın yer!", göğe bakarak "Yaratılsın Gök!". Bu buyruklar verilince yer ve gök yaratılmış. Tanrı Ülgen çok büyük üç balık yaratmış ve dünya bu balıkların üzerine konmuş. Böylece dünya gezer olmamış bir yerde sabit olmuş.Tanrı Ülgen balıkların kımıldadıklarında dünyaya su kaplamasın diye Mandışire’ye balıkları denetleme görevi vermiş. Tanrı Ülgen, dünyayı yarattıktan sonra tepesi aya güneşe değen etekleri dünyaya deymeyen büyük Altın Dağın başına geçip oturmuş. Dünya altı günde yaratılmıştı, yedinci günde ise Tanrı Ülgen uyumuş kalmıştı. Uyandığında neler yarattım diye baktı: Ayla güneşten başka fazladan dokuz dünya birer cehennem ile bir de yer yaratmıştı. Günlerden bir gün Tanrı Ülgen denizde yüzen bir toprak parçacığı üzerinde bir parça kil gördü "insanoğlu bu olsun, insana olsun baba." dedi ve toprak üstündeki kil birden insan oldu. Tanrı Ülgen bu ilk insana "Erlik" adını verdi ve onu kardeşi kabul etti. Ancak Erlik’in yüreği kıskançlık ve hırsla doluydu. Tanrı Ülgen gibi güçlü ve yaratıcı olmadığı için öfkelendi.
Tanrı Ülgen, kemikleri kamıştan, etleri topraktan yedi insan yarattı. Erlik’in yarattığı dünyaya zarar vereceğini düşünerek insanı korumak üzere Mandışire adlı bir kahraman yarattıktan sonra yedi insanın kulaklarından üfleyerek can, burunlarından üfleyerek başlarına akıl verdi. Tanrı Ülgen insanları idare etmek üzere May-Tere’yi yarattı ve onu insanoğlunun başına han yaptı.
Yakut’lardan (Saka) derlenen yaradılış efsaneleri de Altay Yardılış Destanı’nın yakın varyantı niteliğindedir . XIX.yüzyıl’da derlenen bu efsanelerin çeşitli din ve kültürlerin etkilerini taşıdıkları düşünülmektedir.

ALP ER TUNGA DESTANI

Sakalar dönemine ait Alp Er Tunga ve Şu olmak üzere iki destan tesbit edilmiştir. Alp Er Tunga, M.Ö. VII. yüzyılda yaşamış kahraman ve çok sevilen bir Saka hükümdarıdır. Alp Er Tunga Orta Asya’daki bütün Türk boylarını birleştirerek hakimiyeti altına almış daha sonra Kafkasları aşarak Anadolu Suriye ve Mısır’ı fethetmiş ve Saka devletini kurmuştur. Alp Er Tunga’nın hayatı savaşlarla geçmiştir. Uzun süre mücadele ettiği İranlı Medlerin hükümdarı Keyhusrev ‘in davetinde hile ile öldürülmüştür. Alp Er Tunga ile İranlı Med hükümdarları arasındaki bu mücadelelerin hatıraları uzun asırlar hem Türkler hem İranlılar arasında yaşatılmıştır. Alp Er Tunga, Asur kaynaklarında Maduva, Heredot’ta Madyes, İran ve İslam kaynaklarında Efrasyab adlarıyla anılmaktadır.
Orhun Yazıtlarında "Dokuz Oğuzlar" arasında "Er Tunga" adına yapılan "yuğ" merasiminden söz edilmektedir. Turfan şehrinin batısında bulunan "Bezegelik" mabedinin duvarında da Alp Er Tunga’nın kanlı resmi bulunmaktadır. "Divan ü Lügat-it Türk" ün yazarı Kaşgarlı Mahmud’a ve " Kutadgu Bilig" yazarı Yusuf Has Hacip’e göre "Alp Er Tunga" İran destanı "Şehname" deki büyük ve efsanevî Turan hükümdarı "Efrasiyab"dır. Divan ü Lûgat-it Türk’de Turan hükümdarlığının merkezi olarak "Kaşgar" şehri gösterilmektedir. İslamiyet’i kabul etmiş olan Karahanlı Devleti hükümdarları da kendilerinin "Efrasyap" sülalesinden geldiklerine inanmışlar ve bunu ifade etmişlerdir. Moğol tarihçisi Cüveyni de Uygur Devleti’nin hükümdarlarının da Efrasyap soyundan olduğunu yazmaktadır. Şecere-i Terakime’ye göre Selçuklu Sultanları kendilerini Efrasyab soyundan kabul ederlerdi. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasından sonra iletişim kurmak imkanı bulduğumuz ve Rusların Yakut adını verdiği Türk grup aslında kendilerine Saka dediklerini söylemişlerdir. Tarih içinde kaybolduğunu düşündüğümüz Saka Türklerinin az da olsa bir bölümünün bugün hayatiyetlerini sürdürmeleri pek çok meselenin yeniden araştırılarak doğruların ortaya çıkmasına yardımcı olabilecektir. Tarihçi Mesudi de M.S. 7. yüzyılın başındaki Kök Türk hakanının "Efrasyab" soyundan olduğunu yazmaktadır. Bütün bu bilgilerden hareketle "Tunga Alp" le ilgili efsanelerin Kök Türklerden önce doğu ve orta Tiyanşan alanında yaşayan Türkler arasında meydana geldiğini ve bu destanın daha sonraları Kök Türk ve Uygurlar arasında yaşayarak devam ettiğini göstermektedir. Alp Er Tunga destanının metni bu güne ulaşamamıştır. Bir kısmından yukarıda bahsettiğimiz kaynaklarda bu değerli Saka hükümdarı ve kahramanı hakkında bilgiler ve bir de sagu (ağıt) tespit edilmiştir:

Alp Er Tunga öldü mü
Dünya sahipsiz kaldı mı
Korkak öcünü aldı mı
Şimdi yürek yırtılır

Felek yarar gözetti
Gizli tuzak uzattı
Beğlerbeyini kaptı
Kaçsa nasıl kurtulur

Erler kurt gibi uludular
Hıçkırıp yaka yırttılar
Acı seslerle bağırdılar
Ağlamaktan gözleri kapandı

Beğler atlarını yordular
Kaygı onları durdurdu
Benizleri yüzleri sarardı
Safran sürülmüş gibi oldular

Kutadgu Bilig’de "Alp Er Tunga" hakkında şu bilgi verilmektedir: " Eğer dikkat edersen görürsün ki dünya beyleri arasında en iyileri Türk beyleridir. Bu Türk beyleri arasında adı meşhur ikbali açık olanı Tonga Alp Er idi. O yüksek bilgiye ve çok faziletlere sahip idi. Ne seçkin, ne yüksek, ne yiğit adam idi; zaten alemde ferasetli insan bu dünyaya hâkim olur. İranlılar ona Efrasiyap derler; bu Efrasiyap akınlar hazırlayıp ülkeler zaptetmiştir. Dünyaya hakim olmak ve onu idare etmek için pek çok fazilet, akıl ve bilgi lazımdır. İranlılar bunu kitaba geçirmişlerdir. Kitapta olmasa onu kim tanırdı."Bugünkü bilgilerimize göre Alp Er Tunga ile ilgili en geniş bilgi İran destanı Şehname’de tespit edilmiştir. Şehname’nin başlıca konularından biri İran – Turan savaşlarıdır. Bu destana göre en büyük Turan kahramanı önce şehzade sonra hükümdar olan Efrasyap’tır. Şehname’deki Alp Er Tunga ile ilgili bilgiler şöyle özetlenebilir:
"Turan şehzadesi Efrasyap babasının isteği üzerine İran’a harp açtı. İki ordu Dihistan’da karşılaştılar. Boyu servi, göğsü ve kolları arslan gibi ve fil kadar kuvvetli olan Efrasyap, İranlıları yendi. İran padişahı Efrasyap’a esir düştü. İran’ın ilk intikamını o zaman İran’a bağlı olan Kabil Padişahı Zal aldı. Zal başarılı olmasına rağmen İran şahının öldürülmesini engelleyemedi. Efrasyab İran’ı ele geçirmek için yeni bir savaş açtı. İran’ın yetiştirdiği en büyük kahramanlardan Zal oğlu Rüstem Efrasyab’ın üzerine yürüdü. Efrasyab ile Zal oğlu Rüstem arasında bitmez tükenmez savaşlar yapıldı. İran tahtında bulunan Keykavus, hem oğlu Siyavuş’u hem de Zal oğlu Rüstem’i darılttı. Siyavuş Efrasyap’a sığındı. Siyavuş’un Turan’da bulunduğu sırada evlendiği Türk beyi Piran’ın kızından bir oğlu oldu. Siyavuş oğluna babası Keyhusrev’in adını verdi. Efrasyab uzun yıllar Turan’da hükümdarlık etti. İranlılar Siyavuş’un oğlu Keyhusrev’i kaçırarak İran tahtına oturttular. Keyhusrev Zaloğlu Rüstem’le işbirliği yaptı ve Turan ordularını yendi. Keyhusrev ile Efrasyap defalarca savaştılar. Sonunda ordusuz kalan Efrasyap Keyhusrev’in adamları tarafından öldürüldü. Şehname’de Efrasyap adıyla anılan Turan hükümdarı Alp Er Tunga’nın İran hükümdarlarına sık sık yenildiği anlatılmaktadır. Ancak İran Turan savaşlarında İran hükümdarları sürekli değişmiş 140 yıl yaşadığı rivayet edilen Alp Er Tunga ise mücadeleye devam etmiştir. Bu durum Efrasyap’ın başarısız olmadığını gösterir.

ŞU DESTANI

Şu destanı M.Ö. 330-327 yıllarındaki olaylarla bağlantılıdır. Bu tarihlerde Makedonyalı İskender, İran’ı ve Türkistan’ı istila etmişti. Bu dönemde Saka hükümdarının adı Şu idi. Bu destan Türklerin İskender’le mücadelelerini ve geriye çekilmelerini anlatmaktadır. Doğuya çekilmeyen 22 ailenin Türkmen adıyla anılmaları ile ilgili sebep açıklayıcı bir efsane de bu destan içinde yer almaktadır. Kaşgarlı Mahmut Divan ü Lügat-it Türk’te İskender’den Zülkarneyn olarak bahsetmektedir. Destanın tespit edilebilen kısa metni şöyle özetlenebilir: İskender, Türk memleketlerini almak üzere harekete geçtiğinde Türkistan’da hükümdar Şu isminde bir gençti. İskender’in gelip geçici bir akın düzenlediğine inanıyordu. Bu sebeple de İskender’le savaşmak yerine doğuya çekilmeği uygun bulmuştu. İskender’in yaklaştığı haberi gelince kendisi önde halkı da onu izleyerek doğuya doğru yol aldılar. Yirmi iki aile yurtlarını bırakmak istemedikleri için doğuya gidenlere katılmadılar. Giden gurubun izlerini takip ederek onlara katılmaya çalışan iki kişi bu 22 kişiye rastladı. Bunlar birbirleriyle görüşüp tartıştılar. 22 kişi bu iki kişiye: "Erler İskender gelip geçici bir kişidir. Nasıl olsa gelip geçer, o sürekli bir yerde kalamaz. Kal aç" dediler. Bekle, eğlen, dur anlamına gelen "Kalaç" bu iki kişinin soyundan gelen Türk boyunun adı oldu. İskender Türk yurtlarına geldiğinde bu 22 kişiyi gördü ve Türk’e benziyor anlamında " Türk maned " dedi. Türkmenlerin ataları bu 22 kişidir ve isimleri de İskender’in yukarıdaki sözünden kaynaklanmıştır. Aslında Türkmenler, Kalaçlarla birlikte 24 boydur ama Kalaçlar kendilerini ayrı kabul ederler. Hükümdar Şu Uygurların yanına gitti. Uygurlar gece baskını yaparak İskender’in öncülerini bozguna uğrattılar. Sonra İskender ile Şu barıştılar. İskender Uygur şehirlerini yaptırdı ve geri döndü. Hükümdar Şu da Balasagun’a dönerek bugün Şu adıyla anılan şehri yaptırdı ve buraya bir tılsım koydurttu. Bugün de leylekler bu şehrin karşısına kadar gelir, fakat şehri geçip gidemezler. Bu tılsımın etkisi hala sürmektedir.
Bu destana göre İskender Türkistan’a geldiğinde Türkmenlerin dışındaki Türkler doğuya çekilmişlerdi. İskender Türkistan’da mukavemetle karşılaşmamış bu sebeple de ilerlememiştir. Büyük ölçüde çadırlarda yaşayan Türkler İskender’in seferinden sonra şehirler kurmuş ve yerleşik hayatı geliştirmişlerdir.

HUN – OĞUZ DESTANI

Oğuz Kağan destanı M.Ö. 209-174 tarihleri arasında hükümdarlık yapmış olan Hun hükümdarı Mete’nin hayatı etrafında şekillenmiştir. Bütün Türk destanlarında olduğu gibi bu destanın da ilk şekli günümüze ulaşmamıştır. Bugün, elimizde Oğuz destanının üç varyantı bulunmaktadır. XIII. ile XVI. yüzyıllar arasında Uygur harfleriyle yazılmış ve İslamiyet’ten önceki inancı yansıtan varyantın ilk örneği temsil ettiği kabul edilebilir. XIV. yüzyıl başında yazıldığı bilinen Reşideddin’in Camiüt-Tevarih adlı eserinde yer alan Farsça Oğuz Kağan Destanı İslami varyantların ilkini temsil etmektedir. Oğuz Kağan Destanının üçüncü varyantı ise XVII. yüzyılda Ebu’l-Gazi Bahadır Han tarafından Türkmenler arasındaki sözlü rivayetlerden ve önceki yazmalardan faydalanarak yazılmıştır.
Oğuz Kağan Destanı’nın İslamiyet öncesi rivayeti:
Ay Kağan’ın yüzü gök, ağzı ateş, gözleri ela, saçları ve kaşları kara perilerden daha güzel bir oğlu oldu. Bu çocuk annesinden ilk sütü emdikten sonra konuştu ve çiğ et, çorba ve şarap istedi. Kırk gün sonra büyüdü ve yürüdü. Ayakları öküz ayağı, beli kurt beli, omuzları samur omzu, göğsü ayı göğsü gibiydi. Vücudu baştan aşağı tüylüydü. At sürüleri güder ve avlanırdı. Oğuz’un yaşadığı yerde çok büyük bir orman vardı. Bu ormanda çok büyük ve güçlü bir gergedan yaşıyordu. Bir canavar gibi olan bu gergedan at sürülerini ve insanları yiyordu. Oğuz cesur bir adamdı. Günlerden bir gün bu gergedanı avlamağa karar verdi. Kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanını aldı ve ormana gitti. Bir geyik avladı ve onu söğüt dalı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde gergedanın geyiği almış olduğunu gördü. Daha sonra Oğuz, avladığı bir ayıyı altın kuşağı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde gergedanın ayıyı da aldığını gördü. Bu sefer kendisi ağacın altında bekledi. Gergedan geldi ve başı ile Oğuz’un kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile gergedanı öldürdü. Kılıcı ile başını kesti. Gergedanın bağırsaklarını yiyen ala doğanı da oku ile öldürdü ve başını kesti. Günlerden bir gün Oğuz Kağan Tanrıya yalvarırken karanlık bastı. Gökten bir gök ışık indi. Güneşten ve aydan daha parlaktı. Bu ışığın içinde alnında kutup yıldızı gibi parlak bir ben bulunan çok güzel bir kız duruyordu. Bu kız gülünce gök tanrı da gülüyor, kız ağlayınca gök tanrı da ağlıyordu. Oğuz bu kızı sevdi ve bu kızla evlendi. Günler ve gecelerden sonra bu kız üç oğlan çocuk doğurdu. Çocuklara Gün, Ay ve Yıldız isimlerini verdiler. Oğuz ormanda ava çıktığı günlerden birinde göl ortasında bir ağaç gördü. Ağacın kovuğunda gözü gökten daha gök, saçı ırmak gibi dalgalı, inci gibi dişli bir kız oturuyordu. Yeryüzü halkı bu kızın güzelliğini görse dayanamaz ölüyoruz derlerdi. Oğuz bu kızı sevdi ve onunla evlendi. Günlerden gecelerden sonra Oğuz’un bu kızdan da üç oğlu oldu. Bu çocuklara Gök, Dağ ve Deniz isimlerini koydular.
Oğuz Kağan büyük bir toy (şenlik) verdi. Kırk masa ve kırk sıra yaptırdı. Çeşit çeşit yemekler, şaraplar, tatlılar, kımızlar yediler ve içtiler. Toydan sonra beylere ve halka Oğuz Kağan şunları söyledi:

Ben sizlere kağan oldum
Alalım yay ile kalkan
Nişan olsun bize buyan
Bozkurt olsun bize uran
Av yerinde yürüsün kulan
Dana deniz, daha müren
Güneş bayrak gök kurıkan

Oğuz Kağan bu toydan sonra dünyanın dört bir tarafına elçilerle şu mektubu gönderdi: " Ben Uygurların kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olmam gerekir. Sizden itaat dilerim. Kim benim emirlerime baş eğerse, hediyelerini kabul eder ve onu dost edinirim. Kim baş eğmezse, gazaba gelirim. Onu düşman sayarım. Onunla savaşır ve yok ettiririm". Yine o zamanlarda sağ yanda bulunan Altun Kağan, Oğuz Kağan’a pek çok altın gümüş ve değerli taşlar hediye etti ve ona itaat ederek dostluk kurdu. Oğuz Kağanın sol yanında ise askerleri ve şehirleri çok olan Urum Kağan vardı. Urum Kağan Oğuz Kağan’ı dinlemezdi. Oğuz Kağan’ın isteklerini gene kabul etmedi. Oğuz Kağan gazaba geldi, bayrağını açtı ve askerleriyle birlikte Urum Kağan’a doğru yürüdü. Kırk gün sonra Buz Dağ’ın eteklerine geldi. Çadırını kurdurdu ve sessizce uyudu. Tan ağarınca Oğuz Kağan’ın çadırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü gök yeleli büyük bir erkek kurt çıktı. Kurt: " Ey Oğuz, sen Urum üzerine yürümek istiyorsun; Ey Oğuz ben senin önünde yürüyeceğim." dedi. Bunun üzerine Oğuz çadırını toplattırdı ve ordusuyla birlikte kurdu izlediler. Gök tüylü gök yeleli büyük erkek kurt itil Müren denizi yakınındaki Kara dağın eteğinde durdu. Urum Han’ın ordusu ile Oğuz Kağan’ın ordusu arasında büyük savaş oldu. Oğuz Kağan savaşı kazandı, Urum Han’ın hanlığını ve halkını aldı. Oğuz Kağan ve askerleri Gök tüylü ve gök yeleli kurdu izleyerek İtil ırmağına geldiler. Oğuz Kağan’ın beylerinden Uluğ Ordu Bey İtil ırmağını geçmek için ağaçlardan sal yaptı ve böylece karşıya geçtiler. Oğuz’un bu buluş hoşuna gittiği için bu Uluğ Ordu Bey’e "Kıpçak" adını verdi. Gök tüylü gök yeleli kurdu izleyerek yeniden yola devam ettiler. Oğuz Kağan’ın çok sevdiği alaca atı Buz dağa kaçtı. Oğuz Kağan’ın çok üzüldüğünü gören kahraman beylerinden biri Buz dağa çıktı ve dokuz gün sonra alaca atı bularak geri döndü. Oğuz Kağan atını ve karlarla örtünmüş kahraman beyi görünce çok sevindi. Atını getiren bu beye: "Sen buradaki beylere baş ol. Senin adın ebediyen Karluk olsun." dedi. Bir süre ilerledikten sonra gök tüylü ve gök yeleli erkek kurt durdu. Çürçet yurdu adı verilen bu yerde Çürçetlerin kağanı ve halkı Oğuz Kağan’a boyun eğmeyince büyük savaş oldu. Oğuz Kağan, Çürçet Kağan’ı yendi ve halkını kendisine bağladı. Oğuz Kağan, ordusunun önünde yürüyen bu gök tüylü gök yeleli erkek kurtla Hint, Tangut, Suriye, güneyde Barkan gibi pek çok yeri savaşarak kazandı ve yurduna kattı. Düşmanları üzüldü, dostları sevindi. Pek çok ganimet ve atla evine döndü. Günlerden bir gün Oğuz Kağan’ın tecrübeli bilge veziri Uluğ Bey rüyasında bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Altın yay gün doğusundan gün batısına kadar uzanıyordu. Üç gümüş ok da kuzeye doğru gidiyordu. Oğuz Kağan bu rüyayı dinleyince yurdunu oğulları arasında paylaştırdı.

KÖKTÜRK DESTANI

Köktürklerle ilgili tespit edilen destanın iki farklı rivayeti bulunmaktadır. Çin kaynaklarında tespit edilen varyant "Bozkurt", Ebu’l-Gazi Bahadır Han tarafından tespit edilen varyant Şecere-i Türk’te ise "Ergenekon" adıyla verilmiştir.

ERGENEKON DESTANI

Moğol ilinde Oğuz Han soyundan İl Han’ın hükümdarlığı sırasında Tatarların hükümdarı Sevinç Han Moğol ülkesine savaş açtı. İlhan’ın idaresindeki orduyu Kırgızlar ve diğer boylardan da yardım alarak yendi. İlhan’ın ülkesindeki herkesi öldürdüler. Yalnız il Han’ın küçük oğlu Kıyan ve eşi ile yeğeni Nüküz ile eşi kaçıp kurtulmayı başardılar. Düşmanın, onları bulamayacağı bir yere gitmeğe karar verdiler. Yabani koyunların yürüdüğü bir yolu izleyerek yüksek bir dağda dar bir geçide vardılar. Bu geçitten geçerek içinde akar sular, pınarlar, çeşitli bitkiler, çayırlar, meyve ağaçları, çeşitli avların bulunduğu bir yere gelince Tanrıya şükrettiler ve burada kalmağa karar verdiler. Dağın doruğu olan bu yere dağ kemeri anlamında "Ergene" kelimesiyle "dik" anlamındaki "Kon" kelimesini birleştirerek "Ergenekon" adını verdiler. Kıyan ve Nüküz’ün oğulları çoğaldı. Dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılar ki Ergenekon’a sığamadılar. Atalarının buraya geldiği geçidin yeri unutulmuştu. Ergenekon’un çevresindeki dağlarda geçit aradılar. Bir demirci, dağın demir kısmı eritirlerse yol açılabileceğini söyledi. Demirin bulunduğu yere bir sıra odun, bir sıra kömür dizdiler ve ateşi yaktılar. Yetmiş yere koydukları yetmiş körükle hep birden körüklediler. Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer açıldı. İlhan’ın soyundan gelen Türkler yeniden güçlenmiş olarak eski yurtlarına döndüler, atalarının intikamını aldılar. Egenekon’dan çıktıkları gün olan 21 martta her yıl bayram yaptılar. Bu bayramda bir demir parçasını kızdırırlar, demir kıpkırmızı olunca önce hakan daha sonra beyler demiri örsün üstüne koyarak döverler. Bugün hem yeniden özgür hem de bahar bayramı olarak hala kutlanmaktadır.

UYGUR DESTANLARI

Uygurlara ait Türeyiş ve Göç isimli iki destan parçası tespit edilmiştir. Türeyiş parçası Çin kaynaklarından Göç ise hem Çin hem İran kaynaklarında bulunmaktadır.

TÜREYİŞ DESTANI

Eski Hun beylerinden birinin çok güzel iki kızı vardı. Bu bey kızları ile ancak Tanrıların evlenebileceğini düşünüyordu. Bu sebeple ülkesinin kuzey tarafında yüksek bir kule yaptırarak iki güzel kızını Tanrılarla evlenmek üzere buraya yerleştirdi. Bir süre sonra kuleye gelen bir kurdun Tanrı olduğu düşüncesiyle kızlar bu kurtla evlendiler. Bu evlenmeden doğan Dokuz Oğuzların sesi kurt sesine benzerdi.

GÖÇ DESTANI

Uygurların yurdunda "Hulin" isimli bir dağ vardı. Bu dağdan Tuğla ve Selenge isimli iki ırmak çıkardı. Bir gece oradaki bir ağacın üzerine gökten ilAhi bir ışık indi. iki ırmak arasında yaşayan halk bunu dikkatle izlediler. Ağacın gövdesinde şişkinlik oluştu, ilAhi ışık dokuz ay on gün şişkinlik üzerinde durdu. Ağacın gövdesi yarıldı ve içinden beş çocuk göründü. Bu ülkenin halkı bu çocukları büyüttü. En küçükleri olan Buğu Han büyüyünce hükümdar oldu. Ülke zengin halk mutlu oldu. Çok zaman geçti. Yuluğ Tiğin isimli bir prens hükümdar oldu. Çinlilerle çok savaştı. Bu savaşlara son vermek için Oğlu Galı Tigin’i bir Çin prensesi ile evlendirmeğe karar verdi. Çinliler, prensese karşılık hükümdardan Tanrı dağının eteğindeki Kutlu Dağ adını taşıyan kayayı istediler. Gali Tigin kayayı verdi. Çinliler kayayı götürmek için kayanın etrafında ateş yaktılar, kaya kızınca üzerine sirke döktüler. Ufak parçalara ayrılan kayayı arabalara koyarak Çin’e taşıdılar. Memleketteki bütün kuşlar, hayvanlar kendi dilleriyle bu kayanın gidişine ağladılar. Bundan yedi gün sonra da Gali Tigin öldü. Kıtlık ve kuraklık oldu. Yurtlarını bırakarak göç etmek zorunda kaldılar.
Yaratılış, Alp Er Tunga, Şu, Oğuz Kağan, Ergenekon, Türeyiş ve Göç destanları bugünkü bütün Türk Cumhuriyet ve Topluluklarının ortak destanları olarak kabul edilmektedir. Büyük bir ihtimalle XV. yüzyılda yazıya geçirildiği kabul edilen "Dede Korkut Hikayeleri"nin Hun-Oğuz Destan dairesinden ayrılmış destan parçası olduğu görüşü oldukça yaygındır. Dede Korkut Hikayeleri bütün Türk dünyasında ortak olarak tanınan sözlü ve yazılı gelenekte yaşatılan önemli eserlerden biridir. Türklerin X. yüzyılda büyük kitleler halinde İslamiyet’i kabul etmelerinden ve Oğuzların büyük bir bölümünün batıya bugünkü Anadolu topraklarına göçmelerinden sonra gerek Orta Asya’da gerek Anadolu, Balkanlar ve Orta Doğu’da, Türkler farklı siyasi birlikler içinde yaşamışlardır. X. yüzyıldan sonra teşekkül eden destanlardan Köroğlu dışındakiler Türk topluluk ve gruplarının iletişimleri ölçüsünde yaygınlaşmıştır. Köroğlu destanı XVI. yüzyılda Anadolu’da teşekkül etmiş ve hemen hemen bütün Türk dünyası tarafından benimsenmiş ve çeşitlenerek yaşatılmaktadır.

İslamiyet’in kabulünden sonraki Türk destanları

Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han X. yüzyılda İslamiyet’i resmen devlet dini olarak kabul etmiştir. İslamiyet’ten sonra ilk teşekkül eden destan da bu hükümdarın İslamiyet’i kabul ve yaymak için yaptığı mücadelelerin efsanelerle zenginleştirilerek anlatımıyla doğmuştur. Bu destanın bir elyazmasında bulunan metni kısaca şöyle özetlenebilir:

SATUK BUĞRA HAN DESTANI

Hz. Muhammed kanatlı atı Burak’ın sırtında göklere yükseldiği "Mirac Gecesinde" gök katlarında kendinden önceki peygamberleri görür. Bunlar arasında birini tanıyamaz ve Cebrail’e bunun kim olduğunu sorar.
Cebrail :
"Bu peygamber değildir. Bu sizin ölümünüzden üç asır sonra dünyaya inecek olan bir ruhtur. Türkistan’da sizin dininizi yayacak olan bu ruh "Abdülkerim Satuk Buğra Han" adını alacaktır. " Hz. Muhammed yeryüzüne döndükten sonra her gün İslamiyet’i Türk ülkesine yayacak olan bu insan için dua etti. Hz. Muhammed’in arkadaşları da bu ruhu görmek istediler. Hz. Muhammed dua etti. Başlarında Türk başlıkları bulunan silahlı, kırk atlı göründü. Satuk Buğra Han ve arkadaşları selam verip uzaklaştılar. Bu olaydan üç asır sonra Satuk Buğra Han, Kaşgar sultanının oğlu olarak dünyaya geldi. Satuk Buğra Han’ın doğduğu gün yer sarsılmış, mevsim kış olduğu halde bahçeler, çayırlar çiçeklerle örtülmüştü. Falcılar bu çocuğun büyüyünce Müslüman olacağını söyleyerek öldürülmesini isterler. Satuk Buğra Han’ı, annesi: "Müslüman olduğu zaman öldürürsünüz." diyerek ölümden kurtarır.
Satuk Buğra Han 12 yaşında arkadaşlarıyla birlikte ava çıkmağa başlar. Avda oldukları günlerden birinde kaçan bir tavşanın arkasından hızla koşarken arkadaşlarından uzaklaşır. Kaçan tavşan durur ve bir ihtiyar insan görünümü kazanır. Satuk Buğra Han’ın sonradan Hızır olduğunu anladığı bu yaşlı kişi ona Müslüman olmasını öğütler ve İslamiyet’i anlatır. Satuk Buğra, Kaşgar hükümdarı olan amcasından İslamiyet’i kabul etmesini ister. Kaşgar Hanı, Müslüman olmayacağını söyler. Satuk Buğra Han’ın işaretiyle yer yarılır ve hükümdar toprağa gömülür. Satuk Buğra Han hükümdar olur ve bütün Türk ülkeleri onun idaresinde İslamiyet’i kabul ederler. Satuk Buğra Han, ömrünü Müslümanlığı yaymak için mücadele ile geçirmiştir. Menkıbelere göre Satuk Buğra Han’ın düşmana uzatıldığında kırk adım uzayan bir kılıcı varmış ve savaşırken etrafına ateşler saçıyormuş. 96 yaşında Tanrıdan davet almış bu sebeple Kaşgar’a dönmüş ve hastalanarak burada ölmüştür.

MANAS DESTANI

Kırgız Türkleri arasında doğan Manas destanı Kazak-Kırgız Türk kültür dairesi içinde bugün de bütün canlılığı ile yaşamaktadır. Bu destanın XI. ile XII. yüzyıllarda meydana geldiği düşünülmektedir. Destanın kahramanı Manas da, Oğuz Kağan destanının İslami rivayetindeki ve Satuk Buğra Han gibi İslamiyet’i yaymak için mücadele eden bir kahramandır. Böyle olmakla beraber Manas destanında İslamiyet öncesi Türk kültür, inanç ve kabullerinin tamamını görmek mümkündür. Bazı varyantları 400.000 mısra olan Manas destanı Türk-Bozkır medeniyetinin Kazak -Kırgız dairesinin kültür belgeseli niteliğindedir.

CENGİZ – NAME

Orta Asya’da yaşayan Türk boyları arasında XIII. yüzyılda doğup gelişmiştir. Cengiz-name Moğol hükümdarı Cengiz’in hayatı, kişiliği ve fetihleri ile ilgili olarak Cengiz’in oğulları tarafından idare edilen Türkler tarafından meydana getirilmiştir. Orta Asya’da yaşayan Türkler özellikle de Başkurd, Kazak ve Kırgız Türkleri, Cengiz destanını çok severek günümüze kadar yaşatmışlardır. Cengiz-name’de, Cengiz bir Türk kahramanı olarak kabul edilmekte ve hikaye Türk tarihi gibi anlatılmaktadır. Cengiz, Uygur Türeyiş destanının kahramanları gibi gün ışığı ile Kurt-Tanrı’nın çocuğu olarak doğar. Cengiz-name, Moğol Hanlarının destani tarihi olarak kabul edildiğinden tarih araştırıcılarının da dikkatini çekmiştir. XVII. yüzyılda Orta Asya Türkçesi’nin değerli yazarı Ebu’l Gazi Bahadır Han, "Şecere-i Türk" adlı eserinde "Cengiz-name"nin 17 varyantını tespit ettiğini söylemektedir. Bu bilgi, bu destanın, Orta Asya’daki Türkler arasındaki yaygınlığını göstermektedir. Orta Asya Türkleri, Cengiz’i İslam kahramanı olarak da görmüşler ve ona kutsallık atfetmişlerdir. Batıdaki Türkler tarafından ise Cengiz hiç sevilmemiştir. Arap tarihçilerinin, bu hükümdarı İslam düşmanı olarak göstermeleri ve tarihi olaylar onun sevilmemesinde etkili olmuştur. Moğolların Anadolu’ya saldırgan biçimde gelip ortalığı yakıp yıkmaları, Bağdat’ın önce Hülagu daha sonra Timurlenk tarafından yakılıp yıkılması, Timurlenk’in Yıldırım Bayezid ile sebepsiz savaşı gibi tarihi gerçekler, Cengiz’in de diğer Moğollar gibi sevilmemesine sebep olmuştur. Cengiz-name batıda yaşayan Türklerin hafıza ve gönüllerinde yer almamıştır. "Cengiz-name"nin Orta Asya Türkleri arasında bir diğer adı da "Dastan-ı Nesl-i Cengiz Han"dır.

EDİGE

Bu destanda XIII yüzyılda Hazar denizi kıyısında kurulan Altınordu Hanlığı’nın XV. yüzyılda Timurlular tarafından yıkılışı anlatılmaktadır. Destanın adı, Altınordu Hanı ve bu destanın kahramanı Edige Mirza Bahadır’a atfen verilmiştir. Edige Mirza Bahadır’ın devletini ayakta tutabilmek için yaptığı büyük mücadeleler, ölümünden sonra XV. yüzyılda destan haline getirilmiştir. 1820 yılından itibaren yazıya geçirilen Edige destanının Kazak-Kırgız, Kırım, Nogay, Türkmen, Kara Kalpak, Başkırt olmak üzere altı rivayeti tespit edilmiştir
Osmanlı sahasında destandan hikayeye geçişte ara türler olarak da nitelendirilen çok tanınmış ve bir çok Türk topluluklarınca da bilinen Köroğlu örneği yanında daha sınırlı alanlarda tespit edilen Danişmendname, Battalname gibi ilgi çekici örnekler de bulunmaktadır.

BATTAL – NAME

Bu destanın kahramanı Türkler arasında Battal Gazi adıyla benimsenmiş bir Arap savaşçısıdır. Asıl destan, VIII. yüzyılda, Emevilerin Hıristiyanlarla yaptıkları savaşlarda büyük kahramanlıklar göstermiş Abdullah isimli bir kişiyle ilgili olarak doğmuştur. Battal Arapça kahraman demektir, Battal Gazi, Arap kahramanına verilen unvanlardır. Türklerin Müslüman olmalarından sonra Battal Gazi destan tipi Türkleştirilmiş önceki destan epizotlarıyla zenginleştirilmiş ve anlatım geleneği içine alınmıştır. XII. ve XIII. yüzyıllarda Battal-name adı ile ve nesir biçimi yazıya geçirilmiştir. Hikayeci aşıkların repertuarlarında da yer almıştır. Seyyid Battal adıyla da anılan bu kahraman hem çok bilgili, çok dindar ve cömerttir. Müslümanlığı yaymak için yaptığı mücadelelerde insanların yanında büyücü, cadı ve dev gibi olağanüstü güçlerle de savaşır. "Aşkar Devzade" isimli atı da kendisi gibi kahramandır. Arap, Fars ve Türklerin X.-XX. yüzyıllar arasında oluşturdukları ortak İslam kültür dairesinin ürünlerinden biri olmakla beraber Orta Asya’da yaşayan Türk gruplar arasına da yayılarak Türk kabul ve değerleriyle kaynaşmıştır.

DANİŞMEND – NAME

Anadolu’nun fethini ve bu mücadelenin kahramanlarını anlatan, XII. yüzyılda sözlü olarak şekillenen XIII. yüzyılda yazıya geçirilen İslami Türk destanlarındandır. Danişmend-name’de hikaye edilen olayların tarihi gerçeklere uygunluğu, kahramanlarının yaşamış Türk beyleri olmalarından, Anadolu coğrafyasının gerçek isimleriyle anılmasından dolayı uzun süre tarih kitabı olarak nitelendirilmiştir. Köroğlu metni destan adıyla anılmakla ve bazı destani niteliklere de sahip olmakla birlikte XX. yüzyılda Anadolu’dan derlenen örnekleri daha çok halk hikayesi geleneğine yakındır. Anadolu’da hikayeci aşıklar tarafından 24 kol halinde anlatılan hikayesinin özeti kısaca şöyledir:

KÖROĞLU DESTANI
Bolu beyi, güvendiği seyislerinden biri olan Yusuf’a: " Çok hünerli ve değerli bir at bul ." emrini verir. Seyis Yusuf, uzun süre Bolu beyinin isteğine uygun bir at arar. Büyüdüklerinde istenen niteliklere sahip olacağına inandığı iki tay bulur ve bunları satın alır. Bolu beyi bu zayıf tayları görünce çok kızar ve seyis Yusuf’un gözlerine mil çekilmesini emreder. Gözleri kör edilen ve işinden kovulan Yusuf, sıska taylarla birlikte evine döner. Oğlu Ruşen Ali’ye verdiği talimatlarla tayları büyütür. Babası kör olduğu için Köroğlu takma adıyla anılan Ruşen Ali, babasının isteğine göre atları yetiştirir. Taylardan biri olağanüstü bir at haline gelir ve Kırat adı verilir. Kırat da destan kahramanı Köroğlu kadar ünlenir. Seyis Yusuf, Bolu beyinden intikam almak için gözlerini açacak ve onu güçlü kılacak üç sihirli köpüğü içmek üzere oğlu ile birlikte pınara gider. Ancak, Köroğlu babasına getirmesi gereken bu köpükleri kendisi içer, yiğitlik, şairlik ve sonsuz güç kazanır. Babası kaderine rıza gösterir ancak oğluna mutlaka intikamını almasını söyler. Köroğlu Çamlıbel’e yerleşir, çevresine yiğitler toplar ve babasının intikamını alır. Hayatını yoksul ve çaresizlere yardım ederek geçirir. Halk inancına göre silah icat edilince mertlik bozuldu demiş kırklara karışmıştır.

Çeşitli dönemlere ve farklı siyasi birlikler sahip Türk grupları arasında tespit edilen Türk destanlarının kısaca tanıtımı ve özeti bu kadardır. Bu destan metinleri incelendiğinde hepsinde ilk Türk destanı Oğuz Kağan destanının izleri bulunduğu görülür. Bu destan parçaları Türk dünyasının ortak tarihi dönem hatıralarını aksettiren ilk edebi ürünler olarak da önem ve değer taşırlar.