AŞK MERDİVENİNİN ÜÇ BASAMAĞI
Bir merdiven düşünün ki sizi aşka, belki de sonsuz aşka götürsün…
Böyle bir merdiven yok Ayşe Bacı, dediğinizi duydum… Kalbinizden geçirdiniz en azından. Erdim mi ne, kalbinizden geçenleri bile duymaya başladım.
Şaka bir yana, sevgili dostlarım böyle bir merdiven var, yani varmış…
Hadi, şimdi, hep beraber bu merdivenin basamaklarını çıkalım.
1.basamak: İştiyak…
Yani özleme, yani hasret, yani şevke gelme, yani aşkın başlangıcı.
Hani insanın gönlü bir anda kayar ya, bir anda nereye kaydığınızı
bile fark edemezsiniz.
Hani sevgilinin gözlerinde binlerce hançer vardır ya…
Hani sevgilinin gözleri, kaşları, güzellikte tektir…
Hani sevgilinin gözleri aşıklara fitnedir…
Hani sevgilinin güzelliğine dair sizin yazdığınızdan daha güzel bir şiir yazılmamıştır…
Hani sevgilinin zülüflerinden mis gibi bir koku yayılıyordur…
Hani sevgilinin yüzü güneş gibi parlıyordur…
Onu gördüğünüzde iliklerinize, kemiklerinize kadar ateşe yanıyorsunuzdur…
Hiçbir öğütün kar etmediği bir zamandasınızdır…
Bir an ne uykunuz vardır, ne de kararınız…
Derdinizin dermanı yoktur, çünkü iyileşmek istemezsiniz…
Kendinizden de alemden de vazgeçmişsinizdir…
Sabah olmaz, gece gelmez…
Addan, sandan vazgeçersiniz, ar, namus şişesini çoktan kırmışsınızdır…
Sevgilinizin mahallesinin köpekleri ile arkadaş olmuşsunuzdur…
Gözleriniz bulut kesilmiştir…
Vuslat dersiniz de başka bir şey aklınıza gelmez…
İşte iştiyak böyle bir şeydir, dostlarım. Her an onunla olmak, onunla tek vücut olmak, ikilikten geçmek bir olmayı istemektir…
Aşkımız hep iştiyakta kalsa ne güzel olurdu. Ama insan bu basamağı büyük bir bencillikle aşmak ister, aşmalı ve sevgili ile vuslat şarabını içmelidir.
Merdivenimizin 2. basamağı: Vuslat…
Vuslat, kavuşma.
Bütün aşkların nihayi sonucu, vuslat. Biraz da belki en tehlikeli sonucu…
Neden tehlikeli?
Tehlikeli çünkü vuslat basamağı bizi üçüncü basamak olan Gına’ya götürebilir.
Her şey çok güzel giderken, sevgilinin kolları arasında uyumak ve uyanmak sürerken birden basamak atlayabiliriz. Birden gınaya geçebiliriz. Bu tehlikeli işte. Çünkü gına aşkı öldürür.
İnsan aşkını iştiyak ile vuslat arasında tutabilse, dünya cennet olurdu herhalde.
Ama biz illa gına basamağına çıkmak için uğraşırız. Sevgiliyi, o hani bir zamanlar binlerce hançeri gözlerinde taşıyan sevgiliyi, canından bezdiririz.
Sürekli onunla olmayı, sürekli onun yanında olmak diye algılarız. Sürekli onu rahatsız etmek olarak yorumlarız. Devamlı rahatsız edici oluruz. Engeller, yasaklar koyarız. Kişi bizimdir ya, artık tapusu bize aittir ya.
Hayatımızın merkezine sevgiliyi koyarız ve kendimizi bile hiçe sayarak, dünyamızı ona adarız.
Ancak bu adama, bir süre sonra can sıkıcı olabilir. Kişi bunalabilir. Vuslat yavaş yavaş gınaya gider.
Önceleri biz bunaltıcı olduğumuzu anlamayız. Çünkü sevgilimiz bize bunu hissettirmemek için elinden geleni yapar, aşkın yaşaması adına. Biz sınırları daha da daraltırız ve bir gün infilak oluşur.
Sevgilimiz artık ona çizdiğimiz sınırdan çıkmak istiyordur. Sınırlarını genişletmek, yaşayan dünya ile iletişim kurmak azmindedir. Haklıdır da.
Niçin sizi merkezine koysun ki? Siz niye onu merkezinize koydunuz ki?
Gına çanları çalar ve güzelim ilişki acı bir sonla biter.
Nerede hata yaptım, ben onun için her şeyi yaptım, Leyla ve Mecnun’duk aslında, onun için hayatımı, kariyerimi ve gençliğimi harcadım, gibi cümleler kurabilirsiniz.
Sizden bunları kim istedi ki?
Siz istediniz, gönüllü olarak bu yola baş koydunuz.
Gerek var mıydı, valla yoktu.
Özgür bıraksaydınız ilişkinizi, özlem ve hasret kokusu devam etseydi, gına diye bir cadı gelir miydi?
Yazdıklarımı çok iyi düşünün ve ilişkinizin hangi basamakta olduğunu hesaplayın.
İştiyak mı, vuslat mı, gına mı?
Yoksa iştiyak ve vuslat basamakları arasında gidip geliyor musunuz?
Yoksa, yoksa direk gınaya mı geçtiniz?
Yoksa sadece vuslat size yetti mi?
Aşkı iştiyakta tutmak için biraz gayret göstermemiz, biraz çalışmamız gerekmez mi?
Çalışmadan aşk olabilir mi? Size Tanrı’nın hediye ettiği bu güzel duyguyu beslemeniz, arasıra tedavi etmeniz, bazen okşamanız, güzel kokular sürmeniz gerekmez mi?
Saldım çayıra, Mevlam kayıra gibi aşkınızı da çayırlara mı bıraktınız?
İştiyak tek bir aşkta var, o da Tanrı aşkı diyebilirsiniz. Haklısınız da. Tek değişmeyen iştiyaklı aşk, Allah aşkıdır.
Görmediğiniz, bilmediğiniz halde iştiyakla ve artan bir aşkla bağlanırsınız. Vuslat vardır, umulur ama gına asla yoktur.
Tanrı belki de bu güzel hediyesinde biraz kıskançlık yapmış ve sadece iştiyaklı aşkı kendisi ile kulu arasında sınırlamıştır. Buradaki vuslat ise damlanın okyanusa karışması, parçanın bütünle birleşmesidir. Gına olması imkansızdır, çünkü beden birlenmiştir.
İştiyak, vuslat ve gına…
Arkadaşlar, ben iştiyakı seçtim, siz de seçiminizi yapın. Vuslat umurumda değil. Olursa iyi olur tabi ama iştiyak, hani sevgilinin gözlerindeki hançerler benimle olsun, sevgili başkalarının da olabilir…Vesselam.
Zaman Okyanusu, 2004