BÜYÜK İSKENDER İLE AŞK
Ne güzel başlık. Başlıkta tarihi bir isim var, aşk da var. Okuyalım bakalım.
Bana bir gün sordular :
-Hiç aşık oldunuz mu diye?
Ne biçim bir soru bu. Hiç?
Soruların cevapları içlerinde gizlidir. Her sorunun aslında gizli bir parantezi vardır. Soruyu sorarsınız; ama cevabını aslında biraz biliyorsunuzdur. İşte bu soru da böyle bir soru.
-Hiç aşık oldunuz mu? Sorusunun gizli parantezi şudur:
(Kardeşim aslında sen %80 aşık olamamışsındır; ama hadi bir soralım dedik. )
Hakaret gibi bir soru bu. Ben fikren, zikren, ruhen, bedenen sağlıklı bir kadınım. Aşık olamamak gibi bir problemim olabilir mi?
Soru şöyle sorulabilirdi:
-Aşık oldunuz mu hiç?
Şimdi bu sorunun gizli parantezini yazalım:
(Sen yüzde bir milyon aşık olmuşsundur… Hadi anlatttt.)
Şimdi bu saptamayı yaptıktan sonra size ilginç bir aşk öyküsü anlatmam gerekir. Hadi anlatayımmm.
Fakülte 3. sınıftayım. Okuldan eve döndüm. Evde kimse yok. Yemek de yok tabii olarak. Mutfağa girerek yemek yapmayı düşünüyorum. Bu arada iyi yemek yaparım ha. Bakalım buzdolabında neler var. Hımm. Ne dersiniz güzel bir karnıyarık yapalım mı?
Patlıcanları güzelce kızarttım. İç malzemeyi hazırladım. Kızarttığım patlıcanların karınlarını yardım. Malzemeyi yerleştirmeye başladım.
Fırının sağ tarafında mermer bir tezgah uzanıyor. Bu tezgah ile fırın arasında da 3 parmak bir boşluk var.
Birden bu boşluktan bir şey fırlayıp tezgaha çıkıyor. Çok dikkatli olmalıyım. Malzemeyi ağır ağır yerleştirmeye devam ediyorum. Bir yandan da gözlerimi çok yavaş çevirerek tezgahın üzerindekini görmeye çalışıyorum.
O da ne. Canım. Minicik bir fındık faresi. O kadar güzel ki. Onu ürkütmemeliyim. Malzemeyi yerleştirmeyi bitirip çok ağır adımlarla biraz geriye doğru çekiliyorum.
Onunla gözgöze gelmem gerek. İnsanlarda da hayvanlarda da göz teması çok önemlidir.
O ise ne kadar kayıtsız. Habire etrafı kokluyor.
Birden bire gözgöze geliyoruz. 1 saniye içinde geldiği yerden geri dönüyor.
Güzel başlayan bir macera. Ama benden çok korktu. Amacım onu korkutmak değildi aslında. Çocukluğum hayvanların arasında geçti. İnanın evimizde ceylan bile vardı. Yani benden korkması gerekmiyor.
Akşam Sevil ablalar oturmaya geldi. Benimki koltukların arasında dolaşıyor. Şimdi:
-Fare var, desem… Ortalık birbirine girecek.
Sadece izliyorum. Fındığım bana cilve yapıyor. Tam benim karşımdaki duvara dayalı sehpanın altına gelip duruyor. Ara sıra göz göze de geliyoruz. Hadi hayırlısı.
O gece durumu anneme anlattım. Fareye bir şey yapmayacağına dair ondan söz aldım. Artık ilişkimizi geliştirmek için çalışmam gerekiyordu.
Ertesi gün okuldan çıkar çıkmaz doğru Mısır Çarşısı’na gittim. Fındığım için yiyecek aldım, onu midesinden geçerek etkilemek istiyordum. Ha bir de fareler ile ilgili kitap aldım.
Büyük bir şevk ile eve geldim. Evin her tarafına aldığım buğdayları serptim. Bütün buğdayların son noktası benim odamdı. Aldığım kitabı da bir solukta okudum. Amacım onu çok yakından tanımak, açıkçası biraz da cinsiyetini öğrenmekti.
Artık takipteyim. Evettt… Bu bir erkek. Şimdi ona bir isim verelim.
O sıralarda Büyük İskender’in hayatı ile ilgili bir kitap okuyordum. Anladınız değil mi? İsim bulundu: İskender
Üç gün sonra İskender Bey odamın yerini öğrendi. Artık onu çalışma masamın üzerine davet etmeliydim. Çalışma masamın üzerine 10 adet buğday koydum.
Birkaç gün sonra baktım ki buğdaylar iki tane kalmış. Beyefendi çalışma masamın yolunu da öğrenmişti.
1 ay sonra artık rahat rahat hem de ben çalışırken masamın üzerine geliyor ve buğdaylarını yiyordu. Ama ben de onu korkutmamak için çok büyük bir özen gösteriyordum.
3. ayın sonunda artık yüz göz olmuştuk. İskender elimden yemeğini yiyor; hatta elimin üzerine bile çıkıyordu. Ben de ona evde tur attırıyordum.
İskender neredeyse her gün beni kapıda karşılar olmuştu. Ben yokken kayboluyor, eve girdiğim gibi ortaya çıkıyordu. Ne kadar mutlu olduğumu anlatamam.
Günler böylece geçti. Tam 1 yıl…
Bir gün eve geldim. İskender yoktu. Ne olabilirdi ? Her yeri aradım. Önce aklıma kötü şeyler geldi. Yemeğini yemişti. Neredeyse onu takip edebilmek için evde etrafa saçılmış buğdayların hepsini saydım…
Ertesi gün. Daha ertesi gün. Buğdaylar aynen yerlerinde duruyordu.
Onun için aldığım kitaba geri döndüm. Öğrendiğim bilgi çok üzücüydü. Erkek fare, dişi bir fare buldu mu onun evine taşınırmış…
Ne yani şimdi İskender beni bir dişi fare ile mi aldatıyordu… Olmaz… Olamaz… Olmamalı… İmkansızzzz…
İçimdeki üzüntüyü kelimeler ile anlatamam. Bu sevgiyi kalbimden söküp atmalıydım.
Demek öyle ha İskender Bey. Çapkın, zampara… Daha aklınıza neler geliyorsa işte ondan.
Okulum Laleli’de. Dersim bitti. Yürüdüm. Taa Mısır Çarşısı’na kadar. Ne yapmalıydım?
Yeni bir İskender mi edinmeliydim. Hani derler ya çivi çiviyi söker diye. Ne demekse. Çivi çiviyi nasıl söker. Çiviyi kerpeten ile sökerler.
Geziniyorum. O sırada köşede yaşlı bir adam, bir kutudan bir şeyler dağıtmaya çalışıyor. O yana doğru gittim. Yaşlı adam bana:
-Kızım bunların annesi avcıydı. Al birini sana vereyim. Evinize fare falan giremez dedi.
Evettt İskender Efendi evet…
O gece odamın kapısına bir duyuru astım:
İskender Bey. Artık yeni bir sevgilim var. Adı Tarçın. Erkek bir kedi. Gelesin, göresin ve boyunun ölçüsünü alasın!!!
Anı Defterim-Karalamalar, 2002