HİLAFET
İslam’ın temel müesseselerinden biridir.
Kur’an’da ve hadislerde bu anlamda geçmemekle birlikte hilafet Hz.Ebubekir ile birlikte, Hz. Peygamber’in birçok görevleri arasındaki, devletin Müslümanlar yararına yönetilmesi hususuna genel bir ad olmuştur. Halife, peygamberin, peygamberlik ve elçilik görevi dışındaki naibi ve halefidir. Halife ancak seçimle göreve gelmek zorundadır. Babadan oğula intikal eden, bir hanedanın inhisarında olamaz. Bir kimsenin halife seçilebilmesi için bazı meziyetleri taşıması şarttır. Bu hususta var olan görüşlerin hemen hepsinde halifenin dünyevi politikaları ve dini esas ve hükümleri çok iyi bilmesi prensibi esas alınmıştır. Bu meziyetleri taşıyan kimse şu üç yoldan seçilebilir:
1. Genel şura, yani medeni haklarını kullanabilen ve cezai ehliyeti haiz (ehl-i hal ve akd) kimselerin oy birliği. Bunda ittifak gerekmez, çoğunluk esastır. Hz. Ebubekir’in seçilmesi gibi.
2. Şura-yı hassa, yani bir evvelki halifenin tayin ettiği selahiyetli kimselerin seçmesiyle Hz. Osman’ın Hz. Ömer’in tayin ettiği beş kişi tarafından seçilmesi gibi. Bunda da çoğunluk esastır.
3.Tavsiye yoluyla, yani önceki halifenin devleti yönetebileceğine kanaat getirdiği bir şahsı tavsiye etmesiyle. Ancak bunda ümmetin de tasvibi esastır. Hz. Ebubekir’in, Hz. Ömer’i tavsiye etmesi gibi. Hz. Ömer, muhaliflerini ikna ettikten sonra ancak iş başına gelmiştir.
Bu üç maddeye eklenen bir dördüncü madde de vardır ki, bu yol, Hicri I. yüzyılın sonlarında şartların zorlaması, daha doğrusu silah zoruyla (hakk-ı seyf) işbaşına gelenlerin, selahiyetli kimselere dikte ettirmeleri neticesinde kabul edilmiştir. Buna göre, hilafet hususunda ihtilaf çıkması halinde siyasette muktedir olanlar hilafete talip olabilirler. Bunlar hilafetlerini şu veya bu şekilde kabul ettirirler ve halk artık kerhen de olsa bunlara itaat etmek zorunda kalır.
Hicri I. yüzyıldan sonra hilafet tamamen bu yolda olmuş; ve bir nevi ırsi bir hak haline getirilmiştir. Hilafetin Osmanlılara geçmesi de bu yoldan olmuştur. Halbuki dört halife devrinde uygulanan seçim usulü Medeniyyet-i İslamiye Tarihi’nde de belirtildiği gibi hemen hemen bugünkü seçim usullerinden bile sıhhatliydi. Çünkü bilenlerin reyi bilmeyenlerinkinden üstün tutulurdu.
Hilafet, Emevilerle, birlikte babadan oğula geçen bir hak haline getirilmiştir. Bu gelenek Abbasi ve Osmanlı hanedanlarınca da sürdürülmüştür. Sultan Yavuz Selim Mısır’ı feth ile, o sırada Mısır’da bulunan son Abbasi halifesinden hilafeti hakk-ı seyf olarak üstüne almış ve Yavuz’la birlikte Osmanlı sultanları aynı zamanda halife de kabul edilmişlerdir.
Osmanlıların yıkılmasından sonra gerçekleştirilen Türkiye Cumhuriyeti, laiklik prensibini esas aldığı için 1924’te hilafeti lağvetmiştir.