Tekkeye Gelen Kadı
Kadı Mahmud dervişliğe niyetlenir. Önce Eskici Mehmed Dede’nin kapısını çalar. Ama mübarek:
-Senin nasibin bizden değil! der,
-Üftade hazretlerine gitsen gerek!
Kadı Mahmud adamlarına:
-Tiz atım hazırlansın! der, kurulur eyere.
Üftade Hazretleri’nin dergahına yaklaştığı sırada atının ayakları kayalara saplanır. Gelgelelim, henüz yaşadıklarını muhakeme edecek halde değildir. Atı bırakır, yürür kapıya. Karşısına ilk çıkana:
-Ben! der,
-Bursa kadısıyım. Geldiğimi söyleyin, Şeyh Üftade’yi göreceğim!
Kapıdaki yaşlı derviş önce acı acı güler, sonra:
-Üftade benim evladım! der,
-Ama bu kapı yokluk kapısıdır, eğer malını, mülkünü, itibarını, rütbeni silemeyeceksen var git işine.
Kadı Mahmut mahçup ve pişmandır.
Üftade Hazretleri kadife gibi yumuşak bir sesle devam eder:
-Bak yavrum bu yol çilelidir, görmüyor musun atın bile döndü geriye!
Bunlar ne manalı sözler, bu ne içe işleyici sestir. İşte o an tevhid denizine yelken açar, sıyrılır yalan dünyanın girdaplarından. “Bu huzur hiç bitmese” der. Ama şimdi çetin imtihanlar bekler onu.
Koca Kadı, denilen her şeyi yapar, mesela sırmalı kaftanıyla mahalle mahalle dolaşır ciğer satar. Peşinde yalınayak veledler, arsız kediler.
Alay edenler, fıkır fıkır gülenler. Eski memurları “deli mi ne?” derler. Ama o direndikçe üstüne yürür, nefsinin burnunu sürter yerlere.
İşte helaları temizlediği günlerden birinde avluyu bir davul sesi doldurur, sonra tellalın gür sesi duyulur. Bursa’ya atanan yeni kadıyı ilan ederler. Bir şaşaa, bir depdebe, bir gulgule…
Alçak nefis diklenmek ister. “Sen sürün bakalım” der, “Elin oğlu bıraktığın makama oturdu bile!” Ama o vesvelere güler geçer, “Boş versene!” der, “Sen buna layıksın. Hatta buna bile layık değilsin ama…”
İşte, tam o an ufuklar görünür, gökler duvak duvak açılır. Kalbine anlatılmaz bir huzur ve sürur dolar. Üftade Hazretleri develer yükü kitabın veremeyeceğini bir bakışıyla talebesinin kalbine nakşeder. Artık bulutların üstünü, yerin altını görür, zikreden zerreleri işitir. İşte bu yüzden çimlere basamaz, çiçekleri koparamaz.
Ve Sivrihisarlı Kadı Mahmud, Aziz Mahmud Hüdayi olur. Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri, hocasına çok hizmet eder, ömrünün son demlerinde yanında olur, duasını alır. Üftade Hazretleri öylesine hoşnut olurlar ki anlatılamaz. Hatta açar ellerini:
-Allah ne muradın varsa versin, der,
-Padişahlar ardınca yürüsün e mi?
Bir gün Sultan Ahmed Han yolda Hüdayi Hazretleri’ne rastlar, derhal atından inip eyeri gösterir:
-Efendim buyurmaz mısınız?
Talebeleri Hüdayi Hazretleri gibi mütevazı bir velinin bu teklifi reddedeceğini sanır. Ancak Hüdayi Hazretleri hayvana biner, Koca padişahı ardından yürütür. Ama birkaç adım ya gider, ya gitmez iner:
-Bunu sırf hocamın duası yerine gelsin diye yaptım, der,
-Yoksa padişahımın atına binmek ne haddime!