Babasının Tarlası
Bir gün bir köylü Atatürk’ün Orman Çiftliği sınırları içindeki bir tarlayı, kendi tarlasıymış gibi sürüyordu. Onu gördüler. Uyardılar, dinletemediler. Bunun üzerine Atatürk’e söylediler.
Atatürk denetlemeye çıktığı zaman o tarafa gitti. Yanındakiler toprağı sürmekte olan köylüyü göstererek:
-İşte budur, dediler.
Atatürk yavaş yavaş ona doğru yürüdü; yaklaşınca sordu:
-Burada ne yapıyorsun?
Köylü gülümsüyordu. Son derece sevip saydığımız, fakat asla korkmadığımız bir insan karşısında nasıl durursak köylü de öyle duruyordu. Sakin bir sesle cevap verdi:
-Tarlayı sürüyorum.
-İyi ama, bu tarla senin midir?
-Değildir.
-Kimindir?
-Atatürk’ündür!..
Köylü bu cevapları vermekle suçu kabul etmiş oluyordu. Bu itibarla dava kaybolmuş demekti. Atatürk, kendi toprağına tecavüz edildiği için değil, haksızlık yapıldığı için sertlendi ve sordu:
-İyi ama, sen başkasına ait bir toprağın ona sorulmadan ve izin alınmadan sürülüp ekilemeyeceğini bilmiyor musun?
Köylü hiç telaş etmiyordu. Aynı sükunetle dedi ki:
-Biliyorum, fakat benim bu tarlayı sürüp ekmeye hakkım vardır!
Atatürk’ün kaşları çatıldı, büyük bir merak ve hayretle ona sordu:
-Bu hakkı nereden alıyorsun?
-Çok basit… Atatürk bizim babamız değil midir? İnsan babasının tarlasını sürüp ekerse kabahat mi işlemiş olur?
Atatürk’ün yüzünde takdir ve sevgi duygularının en coşkununu anlatan engin bir gülümseme oldu; köylünün sırtını okşadı ve:
-Haklısın!.. diyerek uzaklaştı.
N.A. BANOĞLU, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, s.99-100