Bir Pehlivan Gösterisi
Ortaya bir pehlivan çıktı. Def çalıyor, iki adamı da oynuyordu. İki adam birbirine sarıldılar. İkisi bir vücut oldu. İki başlı, dört kollu ve dört ayaklı, şaşılacak bir şey meydana geldi. Bir zaman öylece ortada döndüler. Sonra havuzun içine düştüler, kayboldular.
İki adam, vücutları pul pul iki ejderha oldu. Bahçedeki insanlar nereye kaçacaklarını bilemediler. Ağızlarından çıkan alevler, ağaçların yapraklarını yaktı, yapraklar sonbahardaki gibi yere döküldüler, iki ejderha saatlerce boğuştular, oynaştılar. Yılan gibi sarmaştılar. Havuza düştüler, suyunu insanların üzerine saçtılar. Halkın üzerine ateş kustular.
Derken pehlivanlardan biri tuttu, havuzda hacet giderdi. Havuz taştı. Deniz gibi dalgalanarak bağ içine akmaya başladı. Seyirciler ağaçlara tırmanıyorlardı. Bazısı atına binip kaçtı. Baktım ki boğulacağız. “Simya ilimidir, hayaldir” deyip direniyordum ama gücüm kalmadı. Yavaşça kralın annesi ile paşanın yanına çıktım. Su oraya kadar yükseldi, içinde binlerce deniz hayvanı belirdi. Oyunlar oynadılar, birbirlerini kovaladılar. Birbirlerini yutup yediler.
Ah, ne göreyim? Pehlivan denizden çıkıp kupkuru oldu. Bir ağaçtan bir ağaca perde gerdi. Elindeki sopa ile perdeye bir kere vurdu ve bağırdı:
-Dışarı!
Perde sallandı. Arkasından silahlı devler çıktı. Geçip gittiler. Sonra insan görünüşlü, fil kulaklı, aslan pençeli, kimisi fil tabanlı, kimi deve ayaklı silahlı bir grup çıktı. Birbirlerini vurup kırarak geçtiler. Onların ardından cin askerler yürüdü ki, anlatamam.
Mısır alacalarından elbise giymişlerdi. Elerinde birer kamış ve hasır parçası vardı. Gözeleri yuvarlaktı. Kimi sıçan kulaklı, kimi kedi kulaklı idi, kimi insan başlı, kimi kuş başlı, kimi balık başlı idi. Yeryüzünde ne kadar canlı varsa hepsine benziyorlardı. Genel olarak insan şeklinde idiler. Burunlarının orta direği yoktu. Birbirleri ile boğuşup geçtiler.
Havuzdan ortaya çıkan deniz bir anda kurudu. Devler, cinler, ejderhalar kayboldu. Bu kez perde arkasından dünyada ne kadar millet varsa hepsinden insanlar çıktı. Bahçenin içine dağıldılar. Kimi ağaçların altında oturuyor, kimi sohbet ediyordu. Ama sesleri yoktu. Hayal gibiydiler. Perdenin arkasından bunlara akıl almaz yemekler getirildi. Yediler, yediler, yediler… Yemeklerin güzel kokusu burnumuza geldi. Seyircilerden bazıları dayanamayıp sofralara oturdular. Onlar da yiyip kalktılar. Paşa sordu:
-Nasıl bir yemekti? Güzel miydi bari?
-Sultanım, kokulu bir yemekti. Yedik ama hala bir lokma yememiş gibi açız.
Pehlivan bir tüfek attı. Bütün yaratıklar, yemek yedikleri kapları alıp perde arkasına gittiler. Havuzdan pehlivan görünüşlü iki ejderha çıktı. Bahçeyi suladılar. Kavun, karpuz, hıyar tohumları ektiler. Bir anda bahçe, bostan tarlasına dönüverdi. Orada bulunanlar karpuz, kavun ve hıyara doydular. En iyilerinden yirmi otuz karpuz, kavun ve hıyarı paşa ile kralın annesine getirdiler. Kralın annesi tohumlu hıyardan yedi. Paşa bir şey yemedi. Pehlivana üç yüz altın bahşiş verdi. Pehlivan çok sevindi.
İkindiden sonra mehterhanemiz çalarken konağımıza dönüyorduk. Vadide beş on bin kişi toplanmıştı. Büyük bir ateş yakılmıştı. Ateşin karşısına salıncak kurulmuştu. Salıncakta elleri, ayakları bağlı bir güzel kadın vardı. Meğer bu kadın zina etmiş. Ateşe yakılacakmış. Paşaya göstermek için yolumuza durmuşlar. Paşa hiç oralı olmadı.
Birkaç dostumla birlikte, olayı seyretmek için orada kaldık. Dağ gibi odun yakmışlardı. Alevler, Nemrut ateşi gibi göklere yükseliyordu. Gemi direklerine kurulmuş salıncak zincirlendi. Bir adam, direklerin başına çıktı, oturdu. Zavallı kadını sarıp sarmalayıp salıncağa bindirdiler. Kadın bağırıyordu:
-Benim hiçbir şeyden haberim yoktur. İftira ediyorlar! İftira!
Hemen kırk elli kadar cellat, salıncağı hızla sallamaya başladı. Kadın alevler içine girip girip çıkıyordu. Direklerin başındaki adam, zinciri boşandırıverince kadın kuş gibi havada uçtu. Ateşin tam ortasına düştü. Cayır cayır yanıp kül olurken, seyreden kafirlerin kılı bile kıpırdamıyordu. Böylece ben de Nemrut mancınığını görmüş oldum. Ama hatırladıkça hala tüylerin kabarır.
Seyahatname’den Seçmeler (Evliya Çelebi)